iyi okumalar dilerim...
Cehalet mutluluktu, keşke hiç bilmeseydi... Bir sabah, tüm hafızanızı kaybetmiş olarak hiç tanımadığınız bir yerde uyandığınızı ve kendinizi aramaya çıktığınızı hayal edin. Nereye gittiğini dahi bilmediği bu yolculukta Hasan'a genç bir entelektüel olan Meltem eşlik ediyor.
18 Kasım 2015 Çarşamba
GİRİŞ
Polisiye kurgu kısa öykü türündeki bu yazımda yer alan kişilerin ve olayların gerçek kişi ve olaylarla hiç bir ilgisi yoktur.
1. BÖLÜM
Anjiyokatın takılı olduğu kolunda oluşan morluğun acısıyla uyandığında şafak sökmek üzereydi. Nerede olduğu ya da kim olduğu hakkında hiçbir fikri yoktu. Ne zamandır uyuduğunu ya da baygın olduğunu bilmediği yatakta, bu zaman zarfında uyuşan kaslarının az sonra karıncalanacağını ve hareket etmesine izin vermeyeceğini fark ederek yavaş yavaş kalkmaya yeltendi. Ancak bir anda gözleri karararak tekrar uykuya, baygınlık haline teslim oldu.
Tekrar uyandığında havanın yine karanlık olması çok da fazla baygın kalmadığını düşündürdü. Oysa güneş batmak üzereydi ve ilk uyanışının üzerinden neredeyse 14 saat geçmişti. Bu kez kalkmayı denemedi, başını hareket ettirmeden gözlerini çevirebildiği kadar döndürerek anjiyokatın bağlı olduğu hortumu takip etti. Hortumun ucunda birbirine seri olarak bağlanmış 12 serum şişesi saydı. 11 şişenin boşalmış olduğunu sonuncusunun ise neredeyse yarısına geldiğini gördü. Serumları kim dizdi ise onun hayatta kalmasını önemsiyor olmalıydı. Tavandan başlayan her şişe bir diğerinden daha aşağıya bağlanmak suretiyle en üsttekinden en alttakine doğru bitmesi planlanmış olmalı diye geçirdi aklından. Ve aynı anda vücudu ne kadar pelte halde ise zihninin ise bunun tam aksine çok açık olduğunu fark etti. Ama hala hiç bir şey hatırlamıyordu. En üstteki serum şişesine saplanmış şırıngayı ve sonrasında birer şişe atlanarak her iki şişede bir saplı şırınga ile dozu önceden ayarlanmış bir sıvının vücuduna serum ile birlikte gönderildiğini görünce ürktü. Organ mafyasının eline düşmüş olabileceği fikrine kapılıp panikle elini böbreklerinin olması gereken alt sırt bölgesinde dolaştırdı. Vücudunda dikiş izi ya da benzer bir cerrahi müdahale olmadığını fark ederek derin bir nefes aldı. Başını yavaşça sağa ve sola çevirdi. Orta halli bir yatak odasında olduğunu, bir yatak ve bir şifonyerden başka bir eşyanın bulunmadığını görebildi. Perdeler sıkıca kapanmıştı ama çok kalın olmadığından içeri ışık geçiriyordu. Güneşin doğuş ve batışının farkında olmak beden biyolojik saatinin bozulmasına engel olmuş olmalıydı. Yavaşça bacaklarını hareket ettirirken hafif bir acıyla cinsel organına bağlı birşeyin olduğunu hissetti. Bunun bir sonda olduğuna emindi, fakat bu kadar çok medikal bilgiye nasıl sahip olabildiğini anlayamıyordu. “Acaba bir doktor muyum?” diye konuştu kendi kendiyle. Sesi bile kendine yabancı geliyordu.
Sondayı ve anjiyokatı çıkarıp yatakta doğrulması yaklaşık bir saatini almıştı. Midesi bulanıyor, başı çatlayacakmış gibi ağrıyordu. Yatakta oturma pozisyonuna geçtiğinde şifonyerin üzerinde, uzun süreli nekahat dönemi sonrası düşen kan şekeri için kesinlikle ihtiyacı olacağını önceden kestiren biri tarafından bırakılmış olduğunu düşündüğü çikolatalı keki ve bir kutu ağrı kesiciyi gördü. Kekin kan şekerini hızla yükseltmesi için bilinçli olarak seçildiği belliydi. Bunu her kim düşünmüş ise başının da şiddetle ağrıyacağını önceden kestirmiş olmalıydı. Midesi kabul etmese de zorlayarak keki yedi ve yaklaşık yarım litre su içti. Bir süre hayatı boyunca nefret ettiği bu hazır gıdanın kanına karışmasını bekledi ve hemen ardından yoksunluk çeken müptela gibi elleri titreyerek iki ağrı kesiciyi mideye indirdi. Tekrar uzanıp ağrı kesicinin işini yapmasını beklemeye başladı.
Yarım saat boyunca tavandaki şekillerden nesneler üretmeye çalıştı. Düşüncelerini dağıtarak baş ağrısını unutmak istiyordu. Neyseki ağrı kesici işinin ehliydi. Baş ağrısının hafiflemesi yarım saati bulmamıştı.
Tekrar yatakta doğruldu. Etrafını kolaçan ederken görüşünün netleştiğini anladığı o anda duvarda ispirtolu kalemle yazılmış yazının şokunu yaşıyordu.
“asla geriye dönme !!! “
“Allah kahretsin” dedi hafifçe bağırarak. “Beni buraya kim tıktı, bana bunları kim yaptıysa Allah onu kahretsin”. Sinirlenecek kadar enerji toplamıştı ancak bu sinirinin ona pahalıya patlayabileceğini fark edip susması biraz zaman aldı. Diğer odada her kim var ise uyandığını anlamış olmalıydı. Hemen önlem aldı. Odada elle tutulabilir ve kendini savunmak için kullanılabilir en büyük şey az önce yarısını içmiş olduğu cam su şişesiydi. Gerekirse duvarda onu parçalayıp bir bıçak gibi kullanabileceğini akıl ederek şişeyi kavradı. Usul adımlarla odanın kapısına doğru yöneldi. Kapının kolunu tuttuğunda kilitli olduğundan neredeyse emindi. Ama kapının açıldığını şaşkınlık içinde gördü. Belki de sürekli bir nöbetçi evin içinde uyanmasını bekliyordu. Uyandığını duymamış ise farketmemeleri için ışığı yakmaktan vaz geçti. Zaten gözleri loş ışığa çoktan alışmıştı. Elindeki şişeyi kırma fikrini de erteledi. Düşmanı tespit etmeden önce, ses çıkarmamak daha akıllıcaydı. Kapıyı araladı ve hole büyük bir sessizlik içinde girdi. Kısa bir hol dış kapıya ve dış kapının hemen yanında yer alan kapısı kapalı bir diğer odaya açılıyordu. Holün, kendi bulunduğu tarafında bir banyo bulunmaktaydı. Eğer bu oda kapısı başka bir hole açılmıyor ise ev açık mutfaklı 1 oda bir salon küçük bir ev olmalıydı. Ülkede son on yılda türemiş site tipi çirkin yapılaşmanın en karlı yatırımı olarak görülen küçük evlerden birindeydi.
Önce, hızlıca banyoyu kontrol etmeli diye düşündü, arkasından gelecek bir tehdidi bertaraf edebilmeliydi. Hafif aralık olan banyo kapısından usulca içeriye süzüldü ve dinledi. Ses gelmiyordu. Ayna da belli belirsiz sulietini görünce irkildi. O an merakı tüm korkularının ve endişelerinin önüne geçmişti. Bir adım geri giderek lambayı yaktı. Ve yaklaşık 2 dakika boyunca aynada gördüğü yüzü inceledi. “Allah kahretsin ! kimim ben?”
Ayna da yansıyan yüzü daha önce hiç görmediğine yemin edebilirdi. Ne gözleri, ne burnu, ne mimikleri hiç biri tanıdık değildi. Sanki yeni bir beden içinde uyanmış gibi hissediyordu kendini.
Elindeki şişeyi yavaşça yere bıraktı. Yüzüne, burnuna, saçlarına dokunmaya başladı. Hiçbiri tanıdık değildi tanıdık olmamasına da, görmesi gereken yüz nasıl birşeydi bunu da bilmiyordu. Ama bu gördüğünün olmaması gerektiğine nerdeyse emindi. Gözlerinin etrafında, elmacık kemiklerinde ve çene kısmında belli belirsiz morluklar vardı. “Sıkı bir dayak yemiş olmalıyım” diye fısıldadı. Belki de sorgu sırasında kafasına aldığı bir darbe sonucu hafızasını yitirmiş, adli kayıtlara yansımaması için tedavi edilmek üzere buraya getirilmişti. “Evet kesinlikle böyle” diye sesli düşündü. Uyandığından bu yana konuşma isteği duyduğunu hissetti. Oysa içerideki ya da dış kapı önündeki adam ya da adamların uyandığını bilmemeleri gerekiyordu. “sessiz ol be adam !” dedi kendi bile duymayacağı şekilde. Motive olmalı, tüm dikkatini toplamalıydı. Buradan canlı çıkmanın tek yolunun bu olduğunu düşünüyordu. Beni yaşatmaya çabalamış olsalar bile, bunun mutlaka bir amacı vardır ve işleri bittiğinde benden kurtulmak isteyeceklerdir diye geçirdi içinden. Bütün soruların cevabını bulmadan ölememeliydi.
Holde yavaşça ilerleyerek kapalı kapının ardında ne olduğunu görmeyi istedi. Başına gelenlerin intikamını alma hırsıyla elindeki şişeyi sıktı. Dış kapının hemen karşısında bir gömme dolap olduğunu gördü. Ancak içinde ne olduğuna bakmak için doğru zaman değildi. Kapalı oda kapısının önünde usulca içeriyi dinledi. buzdolabı moturu sesine benzeyen mekanik ses dışında bir ses olmadığına emin oldu. Sanırım tamamen boş ya da içerdeki adam gerçekten sessiz olmayı biliyor diye düşündü. Sonra birden dış kapıya yöneldi. Kapı gözünden dışarıyı kolaçan etti. Onu dış kapıya yönlendiren şey kapının dışından gelen sesti. Karşı kapıda bir kadın 3-4 yaşlarındaki çocuğu ile eve girmeye hazırlanıyordu. Normal bir apartman dairesinde olduğu ve kapının önünde bekleyen bir nöbetçinin bulunmadığına emin olarak aklında kalan son iki ihtimali gözden geçirdi. Birincisi kapalı kapı ardındaki odada olması muhtemel kişi ya da apartman dış kapısı önünde arabada bekleyen bir nöbetçi.
Az önce dinlediği kapıyı hızla açıp içeri girmek ile yavaşça ve sessizce girmek arasında kararsız kaldığı yaklaşık 30 saniyenin ardından usulca kapıyı açarak odaya daldı. Burası evin salonuydu ve salonun 2 duvarına yaslanmış bir köşe koltuk takımı, bir orta sehpa, tv ünitesi üzerinde 32inc boyutlarında bir televizyon, mutfak tarafında mini bir buzdolabı ve tezgahın üzerinde marketten yapılmış alışverişe ait torbalar dışında olağanüstü hiç bir şeyin bulunmadığını gördü. Gündelik olarak kullanılmayan, çok az eşya ile donatılmış ve bu tarz işler için kullanıldığına emin olduğu bir evde bulunduğuna kanaat ederek mutfak lavabosuna doğru yaklaşıp yakın zamanda kullanılmış kirli tabak, bardak gibi bir şeyler olup olmadığını kontrol etti. Lavabo boş, buzdolabında ise hazır gıdalar ve içecekler dışında hiçbir şey yoktu.
“saçma” dedi kendini de korkutan bir ses tonuyla. “Bu bir düzmece, Birileri benim bu evde yaşadığım yalanına inanmam için elinden geleni yapmış ama tam bir saçmalık.”
Pencereden baktığında, kapalı bir site içinde olduğu için kapıda bekleyen bir arabanın bulunmadığına kanaat ettikten sonra koşar adımlarla holdeki gömme dolaba gitti. Tek başına olduğuna ikna olduğu evde artık sessiz olmanın manasız olduğunu düşünerek sürgü kapağını sinirle, çarparcasına açtı. Umutsuz gözlerle dolabın içini inceliyordu. 3-5 gömlek, 2 takım elbise, bir spor ceket orta boy bir valiz, 2 çift ayakkabı ile karşılaşınca dolabın diğer kapısını açmak için elini uzattı. Bir şey bulamayacağından emin olsa da merakı kalp atışlarını yükseltmeye yetiyordu. Dolap kapağı tamamen açıldığında “bingo” dedi kurnazca gülümseyerek.
Pencereden baktığında, kapalı bir site içinde olduğu için kapıda bekleyen bir arabanın bulunmadığına kanaat ettikten sonra koşar adımlarla holdeki gömme dolaba gitti. Tek başına olduğuna ikna olduğu evde artık sessiz olmanın manasız olduğunu düşünerek sürgü kapağını sinirle, çarparcasına açtı. Umutsuz gözlerle dolabın içini inceliyordu. 3-5 gömlek, 2 takım elbise, bir spor ceket orta boy bir valiz, 2 çift ayakkabı ile karşılaşınca dolabın diğer kapısını açmak için elini uzattı. Bir şey bulamayacağından emin olsa da merakı kalp atışlarını yükseltmeye yetiyordu. Dolap kapağı tamamen açıldığında “bingo” dedi kurnazca gülümseyerek.
2. BÖLÜM
Walther marka 9 mm tam otomatik silah, ağzı açık bir zarf içine konulmuş pasaport ve kimlik, başka bir zarf içinde 50 bin TL nakit para ve bir banka kasası anahtarı, son olarak ağzı yapıştırılmış bir diğer zarfın içinde kendisine ithafen yazılmış olduğunu düşündüğü bir mektup. Bütün buldukları bunlardı ancak bu envanterden kafasındaki sorularının büyük bölümüne ilişkin cevaplar bulacağına inanmak istiyordu. Silah, bele takılan cinste bir kılıfın içine yerleştirilmiş ve şarjörü tam olarak doldurulmuştu. Pasaport ve kimliği incelemeyi ertelemiş, içinde mektup olduğunu düşündüğü zarfı bir harfinin zarar görmemesine özen göstererek açmıştı.
“asla geriye dönme, yeni bir hayat kur kendine, sorma, soruşturma, yalnızca yaşa. Hep evlenmek ve çocuk sahibi olmak isterdin. Bunun için yeterli zamanın ve kiralık banka kasasında hiç çalışmadan yaşamanı sürdürmeye yetecek miktarda paran var. Bugünün, yeniden doğduğun ‘doğum günün’ olduğunu farzet. Çok ta yalan sayılmaz. Bugün yeniden başla hayata bir ev, bir araba al. Şuan içinde bulunduğun evin 1 yıllık kirası peşin ödendi ancak yeni bir ev alınca anahtarı kapıcıya teslim et ve kişisel eşyalarını alarak burayı terket, silahı her zaman ulaşabileceğin ama göz önünde olmayan bir yerde tut (kim bilir belki ihtiyacın olur). Kendine bir hikaye uydur. Geçmişine dair hiç kimseyle konuşma. Muhtemelen bir şey hatırlamadığın için bu senin için çok ta zor olmayacak. Hep ege bölgesinde İzmir de ya da Aydın da yaşamak isterdim. Şehir değiştirmek yeni bir başlangıç yapmak için iyi bir fikir olabilir. Ve unutmadan kızım olursa ona Hazal adını ver. Eski yaşamından yeni yaşamıma bol şanslar diliyorum. Ardına bakma, dünü düşünme, bugünü ve yarını yaşa, mutlu ve huzurlu ol…
Sevgiler
11.06.2014
El yazısı ile yazılmış notu koltuğun üzerine bırakıp hızla mutfağa geçip, mutfak dolaplarını karıştırmaya başladı. Çekmeceleri açıp kapıyor bir şey arıyordu. Aradığını buzdolabının üzerinde buldu.
Buzdolabına mıknatıs ile tutturulmuş not defteri ve kağıdı alarak koltuğa geri döndü. Ve okuduğu ilk cümleyi aynen yazmaya başladı.
“kahretsin” dedi, bir kriminal inceleme yapılmalıydı ancak çıplak gözle bile yazının kendi el yazısı olduğu açıkça görülüyordu.
Kimlik ve pasaportun bulunduğu zarfı aldı eline, en azından az sonra kendi adımı soy adımı öğrenebileceğim diye düşündü. Zarfı açıp önce kimliğe baktı, isim hanesinde “Hasan Kaya” yazıyordu, doğum yeri İstanbul, Doğum tarihi 03 Şubat 1969. Kimliğin tersini çevirdiğinde Nüfusa kayıtlı olduğu yer Beşiktaş, Hisarönü Mahallesi yazdığını gördü ve “Doğma büyüme İstanbulluymuşum !demek “ diye fısıldadı burnundan nefes verirken acı acı gülümseyerek. Gerçek olmadığına emin olduğu kimliği elinden fırlatıp attı. Sonra birden bir şey geldi aklına ve kimliği attığı yerden tekrar eline alıp veriliş tarihine bakmayı akıl etti: 04/06/2014, Veriliş nedeni: Yenileme.
“hah !” dedi “kesinlikle sahte”.
Kendi kendine yazmış olduğu mektupta atılan tarihten nerdeyse bir hafta önce yeni bir kimlik çıkarma fikri çok inandırıcı gelmemişti. “yeni hayat için yeni kimlik he…ne ilginç tesadüf !”
Hemen zarfın içinden pasaportu çıkarıp, veriliş tarihine baktı. Ama bu sefer emin olamayarak kafası daha da karıştı. Pasaportun veriliş tarihi 02 Kasım 2013 ‘tü. Ve pasaportta yazan tüm bilgiler kimlik ile aynıydı. Sahte kimlik fikri çürümeye başlamıştı.
“siktir” diyerek fırlattı pasaportu. Çok küfür eden bi adam mıydı ? bilmiyordu ama küfretmek gelmişti içinden. Elinde bir tek sahte kimlik ipucu var iken, pasaportun veriliş tarihi kısa bir sürede çürütmüştü bunu.
Dolaba doğru gitti, kapağını açtı ve içecek bir şeyler baktı. Ne sevdiğini bile bilmiyordu. Eli, % 100 elmadan üretildiği iddiasında bulunan meyve suyuna uzandı. Cinle güzel gider diye geçirdi içinden. Sonra alkol içen birimiydim acaba düşüncesiyle kıkırdadı.
“Ne boktan bi durum. İçki içen biri miyim? Yoksa dindar biri mi? Sağ görüşlü ya da bir sosyal demokrat? Takım tutar mıydım? Araba al demişim ya kendime acaba araba kullanmayı biliyor muyum, bir ehliyetim var mı? “
Meyve suyu kutusunu kaldırdı ve kutunun üstünde yazanları okumaya başladı. Ne arıyorum acaba diye düşünürken son kullanma tarihi ve üretim tarihi yazan bölümleri okudu. Eğer 2014 yılında isek daha varmış diye geçirdi aklından. Sonra birden elindekini tezgah üzerine bırakarak uçan adımlarla sehpa üzerine fırlatmış olduğu pasaportu aldı eline.
3. BÖLÜM
Pasaportun en son sayfasından başlayarak giriş ve çıkış yaptığı ülkelerin
kaydını arıyordu. Ama ne yazık ki sadece iki kaşe gördü. Çıkış United States of
America Çıkış tarihi 03 haziran 2014. Giriş Türkiye Cumhuriyeti, giriş tarihi
04 Haziran 2014.
Mektubu
yazmış ya da imzalamış olduğu tarihten sadece 8 gün önce ve sadece Amerikadan
çıkış-Türkiyeye Giriş yapmıştı. Ve amerikaya giriş tarihi yoktu. En azından bu
pasaport üzerinde böyle yazıyordu.
Son iki
saat içinde yaşadıkları, öğrendikleri aslında daha doğrusu öğrenemedikleri
zihnini ve bedenini fena halde yormuştu. Önünde durduğu tekel büfesinden ufak
şişe cin alırken “içermiyim içmezmiyim bilmiyorum? İçmiyorsam da az sonra
başlayabilirim” diye gülümseyerek konuştu büfenin camına akseden yüzüyle.
“bana
mı dedin abi” büfeci içkiyi poşetlerken ne dediğini anlamamıştı.
“Yok” dedi hasan “sana demedim, öyle sesli düşünüyordum”
“sesli
mi düşünüyordun? Abi biz sessiz bile düşünemiyoruz?” diye
kıkırdadı büfeci.
Muhabbeti uzatmak istiyordu Hasan ama ne konuşacağını bile bilmiyordu “bugün
günlerden ne?” diyebildi. “Pazar” dedi
büfeci. “Tabi ya” dedi Hasan. Önünde duran gazeteleri
görmemiş olmalıydı. Hemen rastgele birini seçti. Günlerden Pazar, Aylardan
hazirandı. Ve Haziranın 16. günü.
Aslında büfeciyle muhabbete hazır başlamışken nerede olduğunu
sorması da gerekirdi ama alay konusu olmak ve dahası dikkat çekmek
istememişti.
Eve
döndüğünde buzdolabıdan yiyecek bir şeyler çıkardı. Alkol öncesinde midesine
birş eylerin girmesinin iyi olacağını düşünüyordu. birkaç lokma atıştırdıktan
sonra köşe koltuğun en ucuna oturarak elindeki üçte biri cin üçte ikisi elma
suyundan oluşan içkisini yudumlamaya başladı. Sehpanın üzerinde duran not
defterini alarak uyandığından bu yana edindiği tüm bilgileri gözden geçirmek için
alt alta yazmaya başladı.
3 Haziran da Amerikadan çıkış yapıyorum, 4 haziran günü ülkeye giriyorum. Tarih farkına bakılırsa uçağa en
erken öğleden sonra binmiş olmalıyım. Sonra aynı gün kimliğimi yeniliyorum.
Duruma bakılırsa jetlag den çok etkilenmemişe benziyorum. Bundan 7 gün sonrasına yani 11
haziran gününe imza atmış olduğum mektubu yazıyorum ve bundan da 5 gün
sonra yani 16 haziranda bomboş bir
beyin ile nerde olduğumu bilmediğim bir şekilde uyanıyorum.
“Çok güzel ya !” derken kahkaha
attı. “ne çok şey biliyorum”
İçki
dolu bardağından son yudumu aldı. Ayaklarını orta sehpaya uzatıp kafasını
geriye yasladı. Gözleri ağırlaşmaya başlamıştı. sanırım alkol kana karışmaya
başladı diye geçirdi içinden. Ayağa kalktığında hafifçe sendelediğini hissetti.
“demek çok içen biri değilim” dedi hafifçe gülümseyerek. Holdeki dolaptan
silahı aldı, mekanizmayı kurdu ve emniyetini kapattı. 5 gündür yattığını
düşündüğü odaya geçti. Böyle boş boş düşünerek sabahlamanın bi anlamı
olmayacağına kanaat ederek uyumayı planladı. Yatağın alt tarafında bir ıslaklık
hissetti. Eliyle karanlıkta yoklayınca anjiyokatın ucundan çıkardığı hortumu buraya atmış olduğunu,
ancak serumu kapatmadığını anladı. “bir bu eksikti” diye sitem etti kaderine.
Kalkıp ışığı açtı ve tam serumu kapatacakken gözü şişelerin üzerinde kalemle
çizilmiş zaman skalasına takıldı.
4. BÖLÜM
“Demek
yaklaşık 5 gündür serum alıyorum” dedi kendi kendine. Serum şişelerinin üzerine
günler işaretlenmişti. Bunun ne önemi vardı bilmiyordu ama mektupta yazan tarih
ile uykuda geçirdiği zaman içerisinde vücuduna bağlı olan serumların bitiş
süreleri tutarlı görünüyordu.
Çarşafın ıslanan kısmını kıvırıp, uykunun bir
an önce kendini teslim almasını beklemeye başladı. Aynı şeyleri düşünüp durmak
canını fena halde sıkıyordu.
Sabah ezanının sesiyle açtı
gözlerini. İçinin bir anda, tuhaf şekilde huzurlu olduğunu hissetti. Anlam
veremediği bu duruma aldırmayarak dünkü sinirli ruh haline hızlı bir geçiş
yaptı. Tekrar gözlerini kapadı. Yeniden uyandığında saat 9 a geliyordu. “bir
plan yapmalıyım” dedi kendi kendine. Bir duş alıp, evden çıkmayı, etrafta
amaçsızsa bir süre dolaşıp kendini tanıyan birine rastlamayı umut ediyordu.
Apartman kapısından çıktığında
taze biçilmiş çimen kokusu doldu burnuna. Yönetim iyi çalışıyor diye geçirdi
içinden. Sitenin çıkışına doğru yöneldi. Kapıdaki güvenlik görevlisi ile kısa
bir sohbet etti. Şansına adam 3 gün önce bu sitede görev başlamıştı ama gece
vardiyasına gelecek arkadaşının daha eski olduğunu söylemişti. Akşam sekiz de
görevi teslim alacaktı gece vardiyasındaki güvenlik görevlisi. Bu tarz
sitelerin güvenliği, özel güvenlik şirketlerince sağlanıyordu ve bu nedenle
personel sürekli değişiyor demişti güvenlik görevlisi. Sitenin tam ortasında
yer alan havuzların etrafında bir tur attı. Havuz kenarındaki kafede bir kahve
içti. Bir sürü yüz görmüştü. Ancak hiçbiri ona tanıyan gözlerle bakmamıştı.
Kimisi soğuk bir selam vermiş, kimisi kafasıyla hafifçe selamlamış ya da
görmezden gelmişti. Daha fazla vakit harcamanın anlamı yok diye içinden geçirirken
masaya 20 lira bırakıp para üstünü beklemeden kalktı. Hangi şehrin hangi
semtinde olduğunu bile bilmiyordu. Birilerine sormayı planladı ama bu durumu
nasıl açıklayacağını bilemediğinden vaz geçti. Kafası bu sorularla dolu dalgın
bir şekilde yürürken yaşından beklenmeyen bir yetişkinlikle günaydın diyen 3-4
yaşlarındaki çocuğun selamıyla irkildi. Önceki gün kapı deliğinden gördüğü
kadının yanındaki çocuk olmalı bu diye düşündü sevinç içinde.
“Günaydın delikanlı nasılsın”
“günaydın hasan bey ben iyiyim
siz nasılsınız”
Çocukların yetişkin gibi davranmaları hep iğreti gelmişti
Hasan’a ama şimdi bunu dert edecek zaman değildi.
“ben de
iyiyim, neler yapıyorsun” diyerek sözü yine ona bıraktı. Kendi ile ilgili bir
şeyler duyabilme ihtimali heyecanlandırmıştı.
“aslında
size kızgınım, Beşiktaş Dem ba ‘yı transfer ediyor demiştiniz 1 haftadır
haberleri seyrediyorum kimse bundan bahsetmiyor babama da sordum o futbolla pek
ilgilenmez ama gazetelerde böyle bir şey yazmıyor dedi”
“bende
biryerden duymuştum, sanırım beni de aldattılar” diye geçiştirmek istedi hasan,
amacı konuyu başka yerlere çekebilmekti.
“ee
okula gitmedin mi bugün”
“hasan
bey ben daha 5 yaşındayım, okula bu sene başlıycam. Ama annemle babam hangi
okula gönderecekleri konusunda hala tartışıyorlar. Annem beylikdüzündeki tabiat
kolejine başlatalım diyor babamda bu sene işlerimiz çok iyi değil devlet
okuluna başlasın seneye düşünürüz diye kestirip atıyor. Ama bana sorarsanız
kolej daha iyi tabiki”
“bu
kolej buraya yakın mı nasıl gidip geleceksin” bu soruyu sorarken amacı tam
olarak nerde olduğunu bulmaktı hasan’ın.
“biraz
uzakmış, esenyurttaki kolejleri de annem beğenmiyor yakın ama iyi değil diyor”
Taşlar yerine oturmaya başlamıştı. Esenyurttaki onlarca
siteden birindeyim dedi. Artık nerde olduğunu biliyordu.
“biz
seninle ne zaman tanıştık, hatırlıyor musun?” hasanın amacı mümkün olduğunca
çok bilgi almaktı ufaklıktan.
“bilmem
hala günleri şaşıyorum annem okula başlayınca öğrenirsin dedi ama ben sizi
ikinci kez görüyorum. Asansörde karşılaşmıştık, bana hangi takımlısın dediniz
ya o işte ilk tanışmamızdı. sonra bi daha görmedim sizi.”
Çocuğun
zihnindeki hatıra bu kadar taze ise çok kısa bir zaman önce olmalı dedi
içinden. Oğlanın saçlarını sevip “şimdi gitmeliyim, inşallah demba gelir kartala
o zaman hasan amcam demişti dersin”
“inşallah” diye içini çekti
oğlan.
Havanın
kapatma ihtimaline karşı eve çıkıp ceketi almalıyım diye düşündü. Kapıyı açıp
eve girerken “eee şimdi ne halt edeceksin Hasan” diye söyleniyordu kendi
kendine.
Ceketi
dolaptan aldığı esnada, alt rafta yer alan valiz dikkatini çekti. Fermuarını
açtığında içinde iç çamaşırı ve birkaç spor kıyafet olduğunu gördü. Belki bu
evde yaşıyordum ama kesinlikle kısa bir süre önce taşınmış olmalıyım dedi kendi
kendine. Çünkü bu kadar az kıyafet ile ancak birkaç gün idare edilebilirdi.
Fermuarı kapatıp valizi yerine yerleştirirken hava alanlarında bagaja
yapıştırılan etiketin bir parçasının valiz üzerinde olduğunu fark etti. Çok
küçük bir parçaydı ama kalan parçadaki baskı renklerinden ve yarım yamalak
logodan bunun Türk Hava yollarına ait olduğunu anlamak mümkündü. “demek THY
uçağı ile geldim” dedi yeni bir ip ucu yakalamanın heyecanıyla.
5. BÖLÜM
Taksimetrede yazan tutarı
öderken, taksicinin yüzündeki mutluluğu farketti. Güvenlik görevlisinin telefon
ile istediği taksi birkaç dakikada site kapısında belirmişti. Öncesinde nereye
gideceği hakkında hiçbir fikri yoktu. Bir gsm bayiine uğrayıp yeni nesil bir
akıllı telefon ile ön ödemeli hat almaya karar verdi. Taksici, Hasan’ı en yakındaki
alışveriş merkezine götürmüş ve o gelene kadar otoparkta beklemişti. Tabi bu
beklemenin maliyetini Hasan önceden ödemiş, bir 100 lirayı ortadan yırtarak
gelene kadar beklemesini garanti altına almıştı. Taksici çok film seyrediyor bu
adam diye aklından geçirmiş, ancak yarım parayı almamazlık ta etmemişti. Hattın açılması 15 dakika kadar sürmüş, bu
süreyi duble espresso içerek geçirmişti. Hasanın kendi hakkında emin olduğu çok
az şey vardı ancak bunlardan biri kesinlikle kahve sevdiği idi. Hattı açılır
açılmaz arama motorundan THY bayilerini
aratmıştı. Yüzlerce sonuç arasından ilk gözüne çarpan taksimdeki bayiydi.
Kapalı garajda bekleyen taksiye binip taksime gidiyoruz komutunu verdiğinde
mesafenin uzun oluşu taksi şöfürüne yevmiyeyi kurtardık sevinci yaşatmıştı. Yol
boyunca taksicinin oy verdiği partiyi, bu partinin başlardaki gibi olmadığını,
çok değiştiğini seneye yapılacak seçimde başka bir partiye oy vereceğini
dinledi. Ama gözü hep yollardaydı. Bir yandan da yeni aldığı telefonu
kurcalıyordu. Ön kamerasından kendi
fotoğrağını çekip, uzun uzun inceledi. Hala çok yabancı gelen bu yüze
alışması zaman alacağa benziyordu. Yüzünden bir şey çıkmayacağına emin olunca
ilgisini yeniden yola çevirdi. E5 ten mi çevre yolundan mı gidelim sorusuna
nedense E5 cevabı vermişti. İkisi arasındaki farkı anımsamıyordu ama e5 in iyi
bir tercih olduğunu düşünüyordu. Camdan izlediği yol kenarlarında tanıdık bir
bina, tanıdık mekanlar arıyordu hafızasında bir anının canlanması umuduyla.
Ancak küçük çekmecedeki e5 cepheli bir iki resturant dışında daha önce
gördüğünü düşündüğü hiçbir binaya rastlamadı. Ki onlar hakkında da çok emin
olamadı. Taksime giriş zor olmuştu, taksici buraların çok değiştiğini, yolları
berbat ettiklerini her yerin şantiyeye çevrildiğini anlatıyordu THY acentesinin
önüne park ederken. Hakikaten her yer beton yığını diye hak verdi Hasan, parayı
verip hayırlı işler diledi.
Acentenin kapısından girerken ne
soracağı konusunda pek bi fikri yoktu. Yol boyunca da bunu düşünmekten
özellikle uzak tuttu kendini. Son anda karar vermenin daha iyi olacağını
düşünüyordu ama bu fikrin Ortadoğu halklarına özel, tembel ötelemesi olduğunu
da inkar etmiyordu. Kapıdan girdiğinde tüm bankoların dolu olduğunu gördü.
Yalnızca en uzaktakinin önünde bir kişi vardı. İşte aynı tembellik diye geçirdi
içinden. Hep en yakındakini tercih eder iki adım atmamak için 10 dakika fazla
beklemeyi göze alırdı bu millet. Bankoya en yakın bekleme koltuğuna oturdu.
Cebinden telefonu tekrar
çıkararak yeniden fotoğraftaki yüzünü inceleme başladı. Bir terslik olduğundan
emindi. Ama neydi hiçbir fikri yoktu. Bankodaki müşteri çokta memnun olmayan
ses tonu ve asık bir surat ile görevliye veda ederken Hasan hızlıca yerinden
kalkıp hostes havası verilmiş satış görevlisinin karşısındaki sandalyeye oturmuştu.
Söze nasıl başlayacağını bilemedi; “sizin de işiniz zor tabi” giriş için çok
klişe bir cümle seçtiğinden haberi yoktu.
“herkezi memnun edemiyoruz, oysa
defalarca söyleniyor promosyonlu biletlerde iade ve iptal işlemi
yapılamayacağı, bunları tekrar tekrar anlatmaktan bıkıyor insan”
“Haklısınız, eğitimsizlik mi
dikkatsizlik mi her nedense olaylara çok hakim olamıyoruz sanırım” Hasan
karşındakine hak vererek iyi bir giriş yaptığını düşünüyordu.
“inanır mısınız başka bir
havayolu şirketinden aldığı biletin tarihini değiştirmek için her gün 10 larca
insan geliyor, dakikalarca boşu boşuna bekliyorlar sonra da ‘aaa burası THY
mıydı?’ diyip utanç içinde kaçıyorlar”
Hafif bir tebessüme eşlik eden
baş hareketi ile onayladı Hasan. “Tabela okumaktan bile aciziz”
Artık görevlide gülümsüyordu, iyi
bir başlangıç diye geçirdi aklından, tam konuyu biraz daha uzatmaya
niyetlenmişti ki satış temsilcisi “size nasıl yardımcı olabilirim” diyerek daha
erken davrandı. Hasan beklenmedik
şekilde konuya girmesi gerektiğini farkedince küçük bir affalama dönemi
geçirdi. “bilet iptali ya da değişimi için gelmedim” görevli mecburi bir
gülümse attı artık konuya kesinlikle girmeliydi “ben küçük bir kaza geçirdim ve
hafızamı kaybettim” satış temsilcisinin yüzü bir anda ciddileşti “çok üzüldüm,
geçmiş olsun” hasan doğru yolda olduğunu anladı
“yakın zaman önce amerikadan türkiyeye THY uçağı ile yolculuk yaptığımı
farkettim” Satış temsilcisinin yüzü ciddiyetten soru işaretine doğru kaydığını
görünce “pasaportumdaki giriş çıkış kaşelerine bakınca gördüm bunu” iyi
toparladım dedi içinden kısa bir bekleme anının kadının merakını arttıracağını
ve daha fazla yardımcı olmasına neden olacağını ümit ediyordu.
“anlıyorum” dedi görevli, “sizden
ricam bileti nerden aldığım, hangi havalimanından hangi uçuş ile ülkeye
döndüğüm ve daha da önemlisi Türkiye’den amerikaya THY ile gitmiş olmalıyım,
eğer bulabilirseniz hangi tarihte ülkeden çıkış yapmış olduğum konusunda bana
bilgi verirseniz, İnanın benim için çok önemli”
Kadının yüzünden yardımcı olacağını
kestirebilmişti, satış görevlisi önce gülümsedi ve tekrar geçmiş olsun
dileklerini iletti ancak bu tür bilgiyi yalnızca ilgilisine verebileceklerini
ifade ederek Hasan’dan kimlik belgesini istedi. İyi ki yanıma almışım diye
geçirdi aklından. Çünkü bu kimliğin kendine ait olmadığına inanıyordu ve dahası
bu kimliğin sahte olduğuna. İnşallah sahte olduğunu görevli farketmez diye
içinden geçirirken kimliğini uzattı.
Klavye tuşlarından çıkan
seslerdeki melodiyi dinleyip sakin kalmaya çalışıyordu. “buldum sanırım” görevli yardımcı olabilmenin
sevinciyle söylemişti bunu. Hasanın heyecanı iyice artıyordu.
“3 haziran günü Boston ‘dan Newyork aktarmalı olarak
İstanbul yeşilköye uçmuşsunuz” Bu uçmak fiili hep garip gelmişti hasana. “peki
bileti nerden ve ne zaman aldığım bilgisi mevcut mu?” bu sorunun cevabı
gerçekten önemliydi. Görevli önce tereddüt etti “bu bilgiyi sizle paylaşmam
için sanırım süpervizörümden onay almalıyım” görevli hızla kalktı ve arka
taraftaki koridorda kayboldu. Hasan bir an bilgisayara doğru eğilip ekranda
yazanları okumayı düşündü. Sonra daha öğrenmesi gerekenler olduğunu hatırlayıp
bu riski almak istemedi. Görevli koridorun ucunda belirdiğinde “iyi tercih”
dedi içinden.
Görevli,
aslında bu bilgileri paylaşmasının doğru olmadığını ancak Hasanın özel durumu
nedeniyle bir kereye mahsus bu kuralı çiğneyebileceğini söylerken Hasan aman
nede hayır sever bir hanımefendi diye alay etti içinden.
“Bileti 3 ocak 2014 günü Bakırköy
bayimizden almışsınız.” Hasan
vücudundaki tüm adrenalinin kana karıştığını hissetti. Bu çok önemli bir
bilgiydi çünkü bilet Türkiye’den alınmış ise Türkiye’den Amerikaya gittiği
kesinleşmiş olacaktı. “Bu, amerikadan 3 Hazirndaki yurda dönüş uçak biletim,
eminsiniz değil mi?”
“emin olmasam söylemezdim inanın
bana, bu bilgileri paylaşmam bile sakıncalı” görevlinin sesi tehditkar bir
tınıya dönüşmüştü. Hasan durumu tekrar kendi lehine çevirmeliydi ancak ne
söylemesi gerektiğini bir an kestiremedi. “Başka bir şey yoksa sıradaki
müşterimiz ile ilgilenmeliyim” eyvah dedi Hasan ya şimdi söze girmeliydi ya da
bu konuşma burda sonlanacaktı. “çok teşekkür ederim inanın bana bu benim için
çok önemli, şule hanım sizi zor durumda bırakmak istemem” görevlinin boynunda
asılı kimlikten çektiği kopyayı kullanarak ismiyle hitap etmenin yeniden
yakınlaşma kurmak için faydalı olacağını
düşündü. Şimdi tam sırası dedi içinden ve “geçen hafta geçirdiğim trafik
kazasında eşimi kaybettim” kısa bir süre duraklayarak görevlinin içindeki acıma
duygusunun olgunlaşmasını bekledi. “inanın benim için verdiğiniz bu bilgiler
çok önemli”
“üzgünüm, ama yapabileceğim”
görevlinin savunmaya geçtiğini fark ederek sözünü yarım kesti “evi terkeden
kızımızı bulmak için amerikaya gitmişim” eğer buna da inanırsa her soruma cevap
verecek diye geçirdi içinden.
“bakın gitmişim diyorum çünkü
hafızamı tamamen kaybettim Şule hanım”. Görevlinin gardı düşmüştü. “eminim
türkiyeden amerikaya gidiş biletimi de dönüş ile birlikte almışımdır, sizden
ricam bu bilgiyi teyit etmeniz”
Görevli etrafına bakınıp çalışma
arkadaşlarının ya da süpervizörünün onu izleyip izlemediğini kontrol etti. Ve
tekrar bilgisayar ekranından araştırma yapmaya başladı. 2 dakikalık bekleme
süresi 2 yıl gibi gelmişti Hasan ‘a. Buradan alacağı bir bilgi önemli bir
başlangıç olacaktı. Görevli yine etrafını kontrol etti ve sesini iyice
alçaltarak “bakın Hasan bey gidiş biletiniz ile ilgili herhangi bir bilgiye
ulaşamadım belki başka bir havayolu firmasından almışsınızdır”. Hasan kadının
yüzündeki gerginlikten bir şeyler bildiğini farketti. “Şule hanım, belki hiç
bir şey hatırlamıyorum ancak THY dan başka bir havayolu şirketine
güvenmeyeceğimden nerdeyse eminim”
Görevli yarım saniye kadar
düşündü, Hasan, kadının olasılıkları tahlil ettiğini eğer duyguları, mantığına
galip gelirse ekranda yazılanları onunla paylaşacağını biliyordu. Başını hafifçe yana eğip dudaklarını büktü. Gözü
kadının dudaklarına kilitlenmişti. “pekala” dedi kadın belki işimden olucam ama
neyse” işte geliyor diye geçirdi içinden. “dönüş biletinizin bedeli peşin
olarak ödenmiş” sesi nerdeyse fısıltı halinde çıkıyordu ve Hasan iyice
görevliye yanaşmıştı. “ancak” yine durdu kadın “ancak bişey farkettim size ait
gidiş bileti yok ama aynı anda Ali Şimşek adına newyorka gidiş bileti alınmış
ve iki biletin bedeli birlikte nakit olarak ödenmiş” Kalbi nerdeyse duracaktı
fakat buna rağmen sorulması en mantıklı soruyu sordu “peki biletlerin ödemesini
yapan kişi belli mi?”
Taksim gezi parkının
merdivenlerini çıkarken, düşmanca duygular içine girdiğini hissetti. Burada
kötü bir şeyler yaşamış olmalıydı. Ama bu duygularının kime karşı ya da neye
karşı olduğu konusunda hiçbir fikri yoktu. Serin bir ağaç gölgesi bulup
altındaki banka oturdu. Burnundan derin nefesler alıp stresini ve kan basıncını
azaltmaya çalışıyordu. “Ali Şimşek, kim bu adam?” Eğer Ali Şimşek ‘i bulursa
bütün sorularının cevaplanabileceğini hayal etti. Akıllı telefonunu eline alıp,
tırnak içinde Ali Şimşek yazdı. Yaklaşık 2 milyon sonuç döngüsü oluşmuştu. İlk
çıkan facebook profilini tıkladı profil fotoğrafında 15 yaşlarında bir ergen
saçlarını jöle ile havaya kaldırmış ve kollarını göğsünde birleştirmiş şekilde
arzı endam ediyordu. 2. Linkteki porfil resminde adamın bebeği olduğuna kaanat
ettiği kız çocuğu fotoğrafı, bir diğerinde Fenerbahçe logosu. “Samanlıkta iğne
aramaktan bile zor” sesi karamsarlık yüklü bir şekilde çıkmıştı. Buradan bir
sonuç alamayacağını anlayarak oturduğu banktan kalktı. Bilet paralarını
ödeyenin kim olduğu belli değildi, zira görevli nakit ödemelerde ödeme kaydı
tutulamadığını söylemişti. Elinde olan veriler Newyork, boston ve Ali ŞİMŞEK
isminden ibaretti.
“kimsin sen, sen kimsin sen he
kimsin” irkilerek arkasını döndüğünde saçları ve sakalları pislikten birbirine
yapışmış elindeki şarap şişesiyle konuşan evsizi gördü. “Ben kimim, sen kimsin, biz kimiz belki de
sen bensin ben de sen” birden aklına Anna Freud geldi Hasan ‘ın. Ben ve savunma
mekanizmaları. Evet okuduğu bir kitaptı bu. Bir akıl hastalığı olup olmadığını
düşündü. Belki şizofren (çoklu kişilik bozukluğu) ya da border line. Belki de Ali ŞİMŞEK benim diğer kişiliğim
diye gülümsedi. Ve o anda fark etti “evet Ali ŞİMŞEK” ben olmalıyım. Ali ŞİMEK
olarak Amerikaya gittim ve Hasan olarak geri döndüm” Sonra kendi tezine kendi
çomak soktu “peki ama niye?”
Tekrar Şule isimli görevlinin
karşısındaydı. Ona çok yardımcı olduğu için uçak biletini de ondan almanın
kibarlık olacağını ve belki prim kazanmasını sağlayacağını düşündü. “henüz
hasta iken bu yolculuk sizin için tehlikeli değil mi?” anaç bir tonda
söylemişti Şule bunları. “doktorum geçmişime ait bir şeyler bulmam konusunda
beni teşvik ediyor maalesef türkiye de hiçbir yakınıma ulaşılamadı”
“peki o zaman, ödeme nasıl olacak
hasan bey” Şule hanım satış yapmanın keyfini sürüyordu çünkü Hasan 1. Sınıf
bilet almak istemişti. “yine peşin” dedi hasan, “yine mi?”
Satış görevlisi Hasanın kafasının
karışık olduğundan nerdeyse emindi “ 19 haziran Çarşamba günü saat 5:30 ‘da
Atatürk Havalimanından Newyork yönüne 1. Sınıf uçak biletiniz bedeli 1850 TL
kesiyorum onaylıyor musunuz”
“evet” dedi hasan. Amerikaya gidiyor olmak garip bir
heyecan duygusu oluşturmuştu beyninde.
6. BÖLÜM
Uçak biletini aldıktan sonra bir süre istiklal caddesinde
dolaştı. Havanın güzel olduğu bir günde istiklal caddesinin boş olmasını
beklemek saftilik olurdu diye geçirdi aklından. Yürümek için bir boşluk bulmak
çok zordu. Her milletten ve her türlü yaşam formundan insan vardı sanki. Bütün
dünyanın küçük bir örneklemi gibi dedi içinden gülümseyerek. Belki de bu
renklilikti hayatı güzel kılan. Ama aynı zamanda tüm savaşların ve tüm katliamların
nedeniydi de. Farklı din ve farklı ırktan olmak ve bu din ve ırkların bir
diğerine yaşam hakkı tanımıyor olması.
Tramway ın kullakları iğneleyen
zil sesiyle irkilerek rayların ortasından gittiğini farketti. O kadar
kalabalıktı ki yürüdüğü yolda raylarının olduğunu fark etmemişti bile.
Galatasaraya gelmeden hemen önce istiklal caddesinin tünele doğru
istikametindeki sol tarafında ev yemekleri yapan büyük restuaranta girdi. Yemek
kokularını alır almaz ne kadar acıktığını anladı midesinden gelen gurultuyla
birlikte. Kendi yemeğini alarak oturduğun self servis tarzında bir resturaunt
olduğunu görünce kendini yemekhane sırasında beklerken üniversite yıllarında
olduğunu varsaydığı görüntü canlandı zihninde belli belirsiz. Yemek boyunca,
yemakhane sırasında kendini gördüğü o görüntüyü tekrar zihninde canlandırmak
için çok çabaladı. Sanki bir fotoğraf karesi gibiydi, siyah beyaz ve hareketsiz
bir görüntü. Metal bir tezgah arkasında
beyaz önlükler içinde üç görevli yemek dağıtıyordu, sırada bekleyenler in
üzerindeki kıyafet renklerini ayırt edemiyordu ya da herkes aynı renk
giyinmişti.
Yemek sonrası istiklal caddesinin
kalabalığı içinde yürümeye çabalarken kafein ihtiyacı yeniden nüksetti. Bu
sefer espresso yerine filtre kahvesini paket olarak alıp tünele doğru yürümeyi
yeğledi. Yerde bağdaş kurmuş gitar çalan gencin önündeki enstrüman kutusunun
içine para üstü olarak verilen
bozuklukları bıraktı. Çocuğun yüzündeki gülümseme bir an olsun içini
rahatlatmıştı. Taksime adını veren elektrik dağıtımının yapıldığı meydanda bir
hareketliliğin olduğunu görenler o yöne doğru bakıp koşuşturmaya başlamışlardı.
Birden Hasan da o yöne doğru hızlı adımlarla seyirtti. Polis müdahelesi
olduğunu görünce şaşırmadı. Yine birşeylere kızmış genç bir grup istiklal
caddesinde yürümek istemiş, polis buna müsaade vermemişti.
“pis herifler hergün ülkeyi
karıştırmak için yeni bir bahane bulmakta zorlanmıyorlar” kendi kendine
söylediği bu sözü duyunca irkildi. Nedense taraf olmuştu. Oysa eylemci
gençlerin ne istediğini bilmiyordu bile. Sadece kızmıştı, nedensiz, bilmeden.
Kamplaşma böyle birşeydi. Taraflar birbirini dinlemeye bile tenezzül etmez,
Sadece düşmanlık duyardı. Her kesimin bir diğerine düşman olmak için haklı
gerekçeleri her daim hazırdı sanki. Polis göz altılara başlamıştı, onlarca
polis 3-5 genci yerde sürükleyerek götürüyor iken istemesine rağmen bu gençlere
acıyamadı.
Yolculuğa
çıkmadan önceki 2 gün boyunca İstanbul içinde dolaşıp durdu. Birinci gün
Kadıköy bostancı Üsküdar, ertesi gün Bakırköy Yeşilköy Florya. Denize yakın olmak
ve iyot kokusu solumak rahatlatıcı bir etkiye sahipti. Vakit öldürdüğü yerleri
bu nedenle seçmiş olmalıydı. Yola çıkmadan önceki öğleden sonra, ülkede tamamı
yerli sermayeli son özel bankanın Bakırköy deki şubesine gitti. Elindeki banka
kasa anahtarının buraya ait olduğu yazıyordu. Görevli ile birlikte kasaların
bulunduğu bölüme indiler ve kasayı çıkararak görevli Hasan ‘ı yalnız bıraktı.
İlk gün dolabı açarken yaşadığı heyecanı yaşamıyordu ama yine de merak
heyecanını tetiklemişti. Kapağı kaldırdığında Kasa da yalnızca para olduğunu
gördü. Her birinin üzerinde 100 bin dolar yazılı bantlara sarılmış tam 10 adet
deste. 1 milyon dolar diye geçirdi içinden. Bu para neyin nesiydi ya da neyin
karşılığında ona verilmişti. Bu büyüklükte bir miktarın helal para olmayacağına
emindi ama şuan bunu düşünecek zaman
değildi. Amerika’da ihtiyaç duyacağı birer desteyi ceketin sağ ve sol iç
ceplerine yerleştirdi.
X-ray den geçerken amerikada
silaha ihtiyaç duyup duymayacağını merak etmişti ama ihtiyacı olacaksa bile havalimanındaki
güvenlikten silahla geçmenin mümkün olmayacağını düşündüğü için zaten yanına
alamamıştı.
Bir saat sonra havalanması
planlanan uçağa binmek için vip bekleme salonunun deri koltuklarında günlük
gazetelere göz atıyordu. Gazeteler tek bir elden çıkmışçasına manşetler
atmıştı. Ülke gündemi hayli gergin diye geçirdi içinden. Oysa bekleme
salonundakiler içki, kahve yudumluyor keyifle sohbet ediyorlardı ve içlerinden
en az bir ikisi bürokrat veya milletvekili olmalıydı. Vip bekleme salonlarında
yüksek mevkiden birileri her daim görülürdü. Bu adamlar bu ülkede yaşamıyor
olmalı dedi sırıtırak.
“afedersiniz anlayamadım” az
önceki kelimeler sesli olarak dökülmüştü Hasan ın dudaklarından. Birbirine
sırtı dönük koltukların ters tarafında bulunan genç ve güzel kadın Hasan ‘ın
kendiyle konuşmaya çalıştığını sanmıştı. “özür dilerim kendi kendime
konuşuyordum”
“önemli değil” dedi genç kadın.
“madem okumanızı böldüm, size bir şey sormama izin verir misiniz?” Hasan
konuşmaya susamıştı. Kimle ya da ne konuştuğunun hiç önemi yoktu. Çünkü sessiz
kaldığı dönemlerde beyni sürekli içinde bulunduğu durumla ilgili senaryolar
üretiyordu. Ve ondan kurtulmanın en güzel yanı biriyle ya da kimseyi bulamazsa
kendi kendiyle konuşmaktı.
“uzun süredir ülke dışındaydım.
İşlerimin yoğunluğu nedeniyle de ülke gündemini pek takip edemedim, şimdi
gazetelere bakıyorum da ülkede büyük bir siyasi ve toplumsal kaos var gibi”
Genç kadın gülümsedi “sanırım
uzun bir süredir uzaklardasınız” hasan gülümseyerek onayladı.
“ülkede siyaset temelli bir
sosyal bir ayrışma oluştu, iktidar partisi taraftarları ile siyasi görüşleri ne
olursa olsun ona karşı olanlar siyaseten cepheleştiler. Hergün yeni bir gündem
ile uyanıyor türkiye, işin ilginç tarafı farklı siyasi düşüncede olanlar, yani
geçmişte birbirlerine muhalif olanlar şimdi iktidar partisine karşı bir araya
gelmiş gibiler” hasan aç bir kurt misali hazmetmeye çalışıyordu duyduklarını.
Genç kızın bir anlık sessizliğinden yararlanarak “sanırım gazeteler pek
ayrışmamış, hepsi aynı tarafta görünüyor” sehpanın üzerindeki gazeteleri
gösteriyordu hasan.
Genç kız yine güldü “maalesef
kamplaşmanın oluşmasında bu da önemli bir sorun, burada gördüğünüz gazeteler
iktidara yakın gazeteler ve özellikle seçilip konuluyor, muhalif basın buralara
giremiyor”
“nasıl yani” dedi hasan şaşırarak
“burası Türk hava yollarının işlettiği bir bekleme salonu iktidarla ne ilgisi
olabilir ki” gerçekten şaşırmıştı Hasan.
“aslında, olaya o tarafın gözüyle
bakarsanız bu harekete meşru bir dayanak bulmak mümkün. Zira muhalif gazeteler
çoğu zaman ölçüsüz davranıyor”
“ancak bu yine de özgür basının
sansürlenmesi anlamına gelmez mi?” hasan sinirlendiğini fark etti.
“elbette. Bakın şöyle özetliyim
iktidara taraf olanlar iktidarın yaptığı her şeyi sorgusuz sualsiz destekliyor.
Diğer taraftakilerde aynı şekilde sorgusuz sualsiz eleştirebiliyor”
“tam bir cepheleşme durumu yani,
çok tehlikeli değil mi?”
“aslında daha o safhaya gelmedik
ve ben kendi adıma geleceğini de düşünmüyorum Hegel ‘in diyalektik metodundaki
tez-antitez-sentez dönemindeyiz. Sadece ülke şuan ikinci aşamada. Üçüncü
aşamaya geldiğimizde sağlıklı bir sosyal yapı ve siyasal hayatımız olacak gibi
görünüyor”
Hasanın gözlerinden bir şeyler
geçtiğini gören genç kız “özür dilerim sanırım biraz teknik açıkladım, mesleki
hastalık”
“rica ederim çok iyi anladım.
Hegel ‘i ve diyalektik metodu bilirim. Sadece şaşırdım. Kurduğunuz bir cümle
ile ülkenin 80 yıllık geçmişini özetlediniz ve hatta gelecek 80 yılına ilişkin
bir tespitte bulundunuz. Yalnızca özümsemeye çalışıyorum. Bu birikimi neye
borçlusunuz merak ettim doğrusu”
Kız mahcup olmuştu ama duydukları
akademik egosunu okşamıyor değildi “özür dilerim kendimi tanıtmadım adım
Meltem, ODTÜ de öğretim görevlisiyim, New York şehir üniversitesinde Doktora
yapıyorum ve aynı zamanda misafir öğretim görevlisi olarak çalışıyorum”
“rica ederim aslında benim hatam
balıklama konuya daldım. Hasan KAYA, bu aralar serbest çalışıyorum. Ve sanırım
aynı uçakta olacağız.”
Sonrasında filtre kahve
makinesinden aldığı yeni demlenmiş koca birer kupa kahveyi yudumlarken havadan
sudan konuştular. Hafızasını kaybetmesi sonucu unuttuğu her şeyi yeniden
öğrenmeliydi, siyasetten sanata, spordan edebiyata yarım saate yakın aklına
gelen tüm soruları sordu ve Meltem bir öğretmen sabrıyla Hasanın kaçırdığını
düşündüğü şeyleri anlatmaya gayret etti.
Aslında Meltem’ de çok keyif
almıştı bu sohbetten. Karşısındaki adam 5 yaşında çocuk gibi durmadan sorular
soruyordu ama soruların cevabını bir yetişkine vermenin rahatlığı ile hareket
edebiliyordu. Doğru kelimeleri seçmek için zorlanmadı. Hasan ‘ın iyi eğitim
görmüş ve kendini yetiştirmiş biri olduğu belliydi. Sadece hayatının son on
yılını Guatemala hapishanesinde geçirmiş bir yükümlü misali dünya da ve Türkiye
de olup bitenden habersiz yaşamıştı.
Hasan, Uçağa bindiğinde 1 sınıf
bölümüne geçti ve oturdu ama kendini çok yalnız hissetti. Uçak daha
havalanmadan -rica minnet- kabin görevlisinden Meltem in yanında bulunan yolcu
ile yerlerinin değiştirilmesini kabul ettirdi. Kendisiyle yer değiştirmeyi
kabul eden adam halinden çok memnundu. Meltem hasan ‘ı görünce uzun bir
yolculuk olacağa benziyor diye geçirdi aklından. Oysa bilinçaltında duyguları
sevinçle birbirini kucaklamıştı.
Meltem ‘in hafif bir uykuya
daldığını görünce rahatsız etmeden onun önünde bulunan dergiyi alarak karıştırmaya
başladı. Pilot Türk Hava sahasından ayrıldıklarını anons ettiğinde Popüler
Bilim dergisinin Haziran sayısındaki kapak konusu 10 harika uzay projesi isimli
makaleyi okuyordu. Dergiyi kucağına bırakıp hafifçe gözlerini kapadı. İnsanoğlu
yıllardır uzay denilen bilinmezin şifrelerini çözmek için milyarca dolar para
harcadı diye geçirdi aklından. Oysa daha içinde yaşadığımız dünyanın tüm
gizemlerini çözmemişken bütün enerjinin uzaya harcanması fikri hep garip
gelmişti Hasan’a. Meltem uyanık olsaydı yeni bir tartışma konumuz olurdu diye
gülümserken istemsizce uyku haline geçiş yaptı.
Pilotun Macaristan üzerinde
olduklarını ilettiği yeni anonsu ile uyandı. Bir an nerde olduğunu
anlayamayarak yerinde sıçradı. “iyi misin?” soruyu soran güzel kadını tanıyordu.
“sanırım kötü bir rüya” zoraki gülümsemeye çalıştı. Birkaç saniye sonra kendine
geldiğinde acıktığını hissetti.
“hostesi çağırıp yiyecek bir
şeyler almayı düşünüyorum, ne dersin?”
“benim daha iyi bir fikrim var,
yemekler benden ama kahveye karışmam” Meltem bacakları arasındaki sırt
çantasından orta boy bir saklama kabı çıkarıp kapağını açtı.
“hazır gıdalardan nefret ederim,
ama börek açmayı hala öğrenemedim” Hasan kendi esprisine gülerken Hostesi
çağırmak için ikaz düğmesine bastı.
“Annem hala bir çocukmuşum gibi
davranıyor, elinden gelse koca bir koli ile yollayacaktı beni Amerika’ya.
Hâlbuki koli ne kadar büyük olursa olsun birkaç güne dondurulmuş gıdalara
mecbur olacağım. Yani bir öğün eksik, bir öğün fazla. Ama anne yüreği işte”
meltem çantasının ön gözünden çıkardığı peçeteye özenle sararak bir dilim
böreği Hasan’a uzattı.
“nasıl yardımcı olabilirim”
hostesin sesi son derece kibar çıkmıştı. Bir kahve ve bir çay ısmarlayarak
Melteme döndü.
“Üzgünüm kahve konusunda seni
yalnız bırakmak zorundayım, kafein keyfimi çözünebilir hazır kahve ile heba
edemiyorum”
“ilginç” meltem sesinde soru
işareti vardı “bu tür kahvelerin bir zararı olduğunu duymamıştım, aman annem de
duymasın”
“aslında ben de zararlı
olduklarına yönelik bir şey duymadım. Ama bir kere çekirdekten taze çekilmiş kahve
tadına aşina olunca instant adı verilen bu tarz hazır kahveler pek bir yavan
geliyor” Hasan kendisiyle ilgili emin olduğu tek konunun kahve konusundaki
takıntısı olduğunu hatırlayınca gülümsedi.
“aradaki fark nedir, yani hazır
kahveler de çekirdekten yapılmıyor mu?”
Hasan anlatacak bir şeyleri
olmasından mutluluk duyarak gururla başladı söze “instant kahveler kahve
çekirdeklerinin kaynatılması sonucu yüzeyde oluşan köpüklerin kurutulmasından
elde ediliyormuş, muş diyorum çünkü ben de başkalarının yalancısıyım” hasan
böreğinden bir lokma ısırmak üzereydi ki “köpükten mi, bu kulağa çok kötü
geliyor” Hasan börekten hala bir ısırık alamamıştı. “aslında kahvenin suda
erimediğini düşünürsek galiba haklısın” meltem tamamlamıştı kendi cümlesini,
Hasan bir kez daha böreği ağzına götürüyordu ki Meltem yine girdi araya,
“peki, Türk Kahvesinin olayı
nedir?”
“öncelikle Türk Kahvesi diye bir
şey yok, bu bir pişirme yöntemi, yani kahveyi Türk usulü pişirme yöntemi
diyebiliriz” meltem Hasanı konuşturuyordu ama kendisi yemekten geri durmuyordu.
“kahve çekirdeklerinin farklı
kalınlıklarda çekildiğini biliyorum. Örneğin filtre kahve için orta kalınlıkla
çekiliyor, espresso ve onun türevleri içinse daha ince olarak çekiliyor, Türk
Kahvesi ise bundan bile daha ince çekiliyor ve iki kere kavruluyor”
“yani çifte kavrulmuş” meltem
ağzı dolu bir şekilde konuşmuştu. Meltemin bu halini görünce Hasan aralarındaki
samimiyetin artmış olduğunu düşünerek içten içe sevinmeye başladı. “ee böreği
yemiyorsun hala, yoksa” meltem yaramaz çocuk gibi davrandığını düşünüp bir an
utandı.
“fırsat verseydin yiyecektim”
kahkahalarını bölen hostes olmuştu. Kahveyi ve çayı bırakarak afiyet olsun
dilekleri ile ayrıldı yanlarından.
Sessizlikten istifade böreği
ağzına götürdü Hasan. Ve tam o anda zihnin de yine bir anı canlandı. Elindeki
böreği ve çayı Meltem’e teslim edip onun meraklı bakışları altında hızla
tuvalete doğru yöneldi.
7. BÖLÜM
Elde açılmış hamurun kokusu ile hamurun içinde ki ıspanağın
kokusu birleşerek bir çocukluk anısına götürmüştü Hasan’ı. Bu sefer anı
hareketliydi ve kısmen de renkli. 5-6 yaşlarında olmalıydı. Davul fırın içinde
pişen böreği bir an önce yemenin heyecanıyla, pişmesine daha ne kadar kaldığını
görmek için yüzünü fırının camına yaklaştırınca, camın etrafında yer alan metal
çerçeveye temas eden alnı yanmıştı. Yanan bölge alnı ile saçlarının tam
birleştiği noktadaydı ve yaklaşık 1 santimlik belli belirsiz bir iz bırakmıştı.
Yıllar boyunca bu yanık izine dokunup çocukluğunu hatırlamıştı Hasan. Kokunun
bu anıyı tetiklemesiyle sol eli alnına gitmiş, yanık izini hissedemeyince hızla
tuvalette koşmuştu. Tuvaletteki aynada yüzünü uzun uzun incelerken “burada bir yanık izi olduğuna yemin
edebilirim” diye konuştu kendiyle, ama alnı neredeyse kusursuzdu. Yüzünün
herhangi bir yerinde en ufak bir iz yoktu. Bu beden mi ona ait değildi, yoksa
ruhumu bu yabancı bedene hapsolmuştu.
Koltuğuna oturmak üzereyken
Meltem hınzırca “börekten zehirlendiğini düşünecektim ama görünen o ki bir
ısırık bile alamamışsın”
“sadece uçak tuttu sanırım,
yemeğini mahvetmek istemedim” kelimeler ağzından çıkarken yüzünün sap sarı
oluşu bu yalanını tasdikliyor gibiydi.
“şimdi nasılsın”
“böreği yiyince çok iyi olacağıma
emin olabilirsin” tekrar gülüyor olması Meltemin içini rahatlattı.
Tuvalete giderken Meltemin her
iki eline emanet ettiği çay bardağı ve börek dilimini alarak açlığını bastırdı.
Meltem, hasanın beş dakika önceki neşesinde olmadığını görebiliyordu. Ne gizem
dolu bir adam diye geçirdi içinden. “beni de normali bulmaz ki zaten”
gülümseyen dudaklarından belli belirsiz dökülmüştü kelimeler, ama yüzü cama
doğru dönük olduğundan koridor tarafındaki Hasan hiç bir şey duyamamıştı. Zaten duymasa daha iyiydi, şimdi geçmiş aşk
felaketlerimi konuşmak için hiç de doğru bir zaman değil diye geçirdi içinden.
Almanya da yakıt ikmali için
durmuşlar ancak uçaktan indirilmemişlerdi. Pilotun anonsuyla beraber
yolculuklarının ikinci bölümü başlıyordu. Meltem elindeki dergiyi
karıştırıyormuş gibi yaparak Hasan’ı gözlemliyordu. Hasan ise zihninde canlanan
fırın yanığı anısını defalarca zihninde oynatarak geçmişe ait bir şeyler
yakalamaya çalışıyordu. Annesinin ya da babasının yüzünü görmeyi hayal etti
ancak 2 saniyelik görüntüde fırına yapışıp yandığı ve koşarak birine doğru
gittiği ve ağlayarak bacaklarına sarıldığı dışında bir şeye ulaşamadı beyninin
kıvrımları arasında. İçinde bulunduğu
kısır döngüden kurtulmanın yolunu biliyordu ve aklına gelen ilk soruyu sorudu.
“kaç yıldır Amerika’dasın”
“beş yıldan fazla oldu” meltem
soruyu hemen yanıtlamıştı çünkü Börek hadisesinden bu yana Hasan ile tek kelime
etmemişlerdi. Ve sanki bu soruyu bekliyormuş gibi hemen vermişti cevabını.
“beş yıl uzun bir süre, doktora
için fazla değil mi?”
İşte bu soruyu beklemiyordu
Meltem. Tekrar sohbete başlamak için can atıyordu ama konunun buna gelmesi bir
anlığına sessiz kalmasına neden oldu. Çünkü daha birkaç saat evvel tanıştığı bu
adama son 10 yılda başından geçenleri anlatmak konusunda emin olamıyordu.
“yanlış bir şey sordum galiba,
özür dilerim” Hasan mahcup olmuştu ama durumla ilgili senaryolar üretmekten de
geri durmuyordu. Türkiye’den uzak durmak için Amerika’da yaşıyor olabileceği
fikri mantıklı geldi. Asıl sorun Türkiye’den neden uzak kalmaya
çalıştığındaydı. Ya ailevi bir problem ya da bir aşk hikâyesi diye geçiriyordu
ki aklından,
“bu ikinci doktora programım,
aslında Türkiye’deki kadromu kaybetme riskim var, yani okul sadece bir doktora
dönemi boyunca kadronuzu saklı tutuyor. Fakat bazı nedenlerle ülkeden bir süre
ayrılmam gerektiğinden fakülte yönetimi anlayış gösterdi”
“harika, yani insanlar bir
doktora programını tamamlayamazken, sen şimdi ikincisine devam ediyorsun,
gerçekten tebrik ederim” Hasan konuyu eğitime taşıyarak, Meltemin düştüğü zor
durumdan kurtarmaya çalıştı. Aslında ülkeden neden uzak durmaya çalıştığını
merak etmiyor değildi ama onu anlatmaya mecbur bırakırsa bir daha görüşmek
istemeyebileceği ihtimalini göz ardı edemedi.
“çok tatlısın” meltemin sesi
kırılgan fakat memnuniyet doluydu.
“bu da nerden çıktı şimdi”
anlamamazlıktan gelmek şuan yapabileceği en iyi hareketti.
“nerden çıktığını biliyorsun,
yani asıl mevzu ülkeden uzak kalmam ama sen konuyu değiştirerek beni anlatma
mecburiyetinden kurtarmaya çalışıyorsun” meltem bu adama güvenebileceğini
hissetti ama neden güven duymalıydı sorusuna verebileceği mantıklı bir cevabı
yoktu.
“bir kahve daha ısmarlarsan sana
bir şeyler anlatabilirim” işi muzurluğa vurmuştu ama konuşmaya çok ihtiyacı
olduğunun farkındaydı. İnsanın, kendini tanımayan, belki de bir daha görme
ihtimali olmadığı biriyle dertleşmesi, tanıdığı biri ile dertleşmesinden daha
kolay olabiliyordu. Bu yüzden mi psikologlara rahat açılıyoruz acaba diye
düşündü Meltem.
“babam” diye başladı söze ama
daha ilk hecesinde ilk gözyaşı geldi oturdu gözüne “babam bu dünyada tanıdığım
en dürüst, en namuslu, en harika insan, en iyi baba, en iyi eş” kendini öyle
sıkıyordu ki minicik bir damla göz pınarlarından firar edemiyordu. Yutkundu ve
devam etti “en iyi asker, en iyi oğul”
“baban asker miydi?” nefes alması
ve bir parça rahatlaması için özellikle girmişti araya Hasan.
“deniz kuvvetlerinde filo
komutanıydı, tuğgeneral Murat YILMAZ”
Hasan bu ismi duyar duymaz
gerildiğini hissetti. Tanıdık ama hakkında hiç bir şey hatırlamadığı bir isim
Murat YILMAZ. Belki de Meltemin duygu durumundan etkilenmişimdir diye düşündü.
Çünkü tanıdık da gelse hakkında hiçbir şey hatırlamıyordu.
“bu isim sana tanıdık geldiyse
şaşırma” meltemin ağzından çıkan bu cümleler Hasan ‘ın daha da fazla
heyecanlanmasına neden olmuştu. Ya zihnimi okuyor ya da benim ruh halim
yüzümden çok rahat belli oluyor diye geçirdi içinden. “aslında tanıdık gibi ama hiç bir şey
anımsamıyorum”
“tabi hatırlamazsın, sen bu
ülkenin istiklal savaşı sonrası yaşadığı en zor 10 senesine şahit olamamıştın
değil mi?” sesinde bu defa kızgınlık var gibiydi.
Dudaklarını bükmekten başka
yapabileceği bir şeyi yoktu. Melteme başından geçenleri anlatsa inanır mıydı
acaba. Meltem devam etmeye karar verdi. “Babam 2005 yılının mart ayının 6 günü
sabaha karşı 5 sularında gözaltına alındı. Ve evimiz saatlerce, didik didik
arandı.”
Hasan öylesine şaşkındı ki.
Meltemin babasının öldüğünü ya da bir suikaste kurban gittiğini duyacağını
zannediyordu. Ama duydukları karşısında şaşkınlığını gizleyemedi. Bir
tuğgeneral sabaha karşı gözaltına alınıyor ve evi aranıyor. Peki ya neden.
“Silahlı kuvvetlerin yaptığı bir
operasyon ile mi?”
“Hayır, emniyet”
“emniyet? Yani polisler geldi ve
bir tuğgenerali gözaltına mı aldı diyorsun”
“kuzum sen gerçekten neredeydin
bunca yıl”
“çok üzgünüm,
gerçekten bilmiyorum ama Amerika’ya gider gitmez bütün bu süreci öğrenmek
istediğimden emin olabilirsin” Hasanın kafası allak bullak olmuştu. Türkiye’de
bürokrasinin en önemli kurumu silahlı kuvvetlerdi. Hatta zaman zaman siyasal
iktidarın bile önüne geçtiği olmuştu. Ülkede 60 sonrası her on sene de bir
darbe yapıldığı düşünüldüğünde polisin bir askeri gözaltına almış olması ülkede
taşların yerinden oynadığının çok açık bir ifadesiydi. Birden bekleme salonunda
yaptıkları sohbet geldi aklına “tez-antitez-sentez”. Türkiye ikinci aşamada
demişti meltem, sanırım ikinci aşama ile kastettiği tam olarak buydu. Zira
Türkiye Cumhuriyetini askerler kurmuş, askeri bürokrasi, uzunca bir süre de
siyasal hayata egemen olmuştu. Eskiden asker olan, Türkiye cumhuriyetinin bu
ilk siyasetçilerinin seçimlerle iktidarı kaybetmesi sorasında darbeler dönemi
başlamıştı.
Meltemin
yeniden anlatmaya başlamasıyla içine daldığı düşünce girdabından çıkmıştı
Hasan.
“ bencillik
yaptığımı düşünme, çünkü aynı gün onlarca subay, astsubay gözaltına alındı”
“haklarındaki
suçlama neydi?”
“tabi ki darbe
girişimi”
1960 tan sonra her on sene de bir darbe
yapılmıştı ülkede, seksen darbesi sonrası değişen dünyaya ayak uydurulmuş ve
etkisinin bin yıl süreceği söylenen ilk post modern darbe “28 Şubat”
yaşanmıştı. Ve son darbe girişiminin önüne geçmek isteyen siyasi iktidar önlem
alarak darbecileri gözaltına mı almıştı?
“babamla
birlikte gözaltına alınanların büyük çoğunluğunu tanıyorum, hepsi çok iyi
insanlar. Gerçekten bir darbe girişiminin içinde yer aldılar mı? Sanmıyorum ama
eminde değilim. Benim emin olduğum tek şey babamın asla böyle bir girişimin
içinde yer almayacağı. İtiraf etmeliyim babam mevcut iktidar partisinden
hoşlanmazdı. Ama artık Türkiye de darbelerin değil sandıkların ve demokrasinin
egemen olması gerektiğini söylerdi. Babama göre darbeler yalnızca sivil
siyasilerin değil aynı zaman da silahlı kuvvetlerin de canını çok yakmıştı. ‘En
kötü iktidar, en iyi darbeden evladır’ derdi.”
Yakın siyasi
tarihi düşündüğünde sivil iktidarların çoğu zaman ülkeyi çok beceriksizce
yönettikleri ve hatta kimilerinin kendi menfaatlerini ülke menfaatlerinin çok
üzerinde tuttuğu, kendilerinin ve çevrelerinin menfaati için ülkenin geleceğini
ipotek altına alan çok yanlış politikaların peşine takıldıkları aşikârdı,
Hasana göre. Ama hiçbir olumsuzluk silahlı kuvvetlerin yönetime el koymasını
meşru kılmıyordu.
“anlıyorum. Ve
senin adına çok üzüldüm. Eminim senin gibi onlarca evlat babasının acısını
yaşamıştır. Hayatım boyunca darbelere karşı oldum. Ama eminim bağımsız
mahkemelerce yapılan yargılama sonrası suçlu ve suçsuz ortaya çıkacaktır”
“çıktı bile,
sen bilmiyorsun tabi. Babam tam 4 yıl 3 ay 23 gün ceza evinde tutuklu kaldıktan
sonra vefat etti. Ve Babamın ölümünden 8 ay sonra itibarını iade ettiler. Bende
iade edilen bu itibarı almak üzere ülkedeydim son bir aydır.”
Hasan bunun
üzerine ne söyleyebileceğini bilemedi. Yapılanların kabahatlisi
kendisiymişçesine gözlerini kaçırdı Meltemden. Meltem de bir süre camdan
bulutları izlemeyi tercih etti.
“en çok ta
zoruma giden neydi biliyor musun?” hasan bu sözleri duyunca ilgiyle Melteme
döndü. “bütün bu duruşmalar boyunca toplasan bin kişi gelmedi destek olmaya.
Hatta babamın dönem arkadaşları bile seslerini çıkarmadan uzaktan izlediler.
Babamın hiçbir sağlık sorunu yoktu. Kahrından öldü adamcağız. Ve aslında bence
şehit oldu” şehit kelimesinin üzerine tüm gücüyle bastırmıştı meltem. “Bu dünya
da ailesinden sonra en çok sevdiği, vatanında, vatan haini sıfatını
yakıştırdılar babama”.
Bu sefer daha
uzun bir sessizlik dönemi yaşadılar. Sanki ölen Tuğgenerale sessizlik içinde
saygılarını sunuyor gibiydiler. Sessizliği yine meltem bozdu.
“komik bir şey
duymak ister misin?” Hasan konunun değişmesinden büyük memnuniyet duyan bir
bakışla ve merakla melteme döndü.
“gözaltına
alınıp yargılanan ve çoğu hayatında birbirini ilk defa gören bu askerlere,
terör örgütü dediler hatta bir kısa ad bile uydurdular sanırım söylemesi daha
kolay oluyordu böylece” hasan
duyduklarına inanamıyordu.
“sıkı dur en
komiği geliyor, bu terör örgütünün lideri kimmiş biliyor musun?” bu kişinin
İsrailli bir diplomat ya da Amerikalı bir general olabileceği düşüncesi geldi
Hasanın aklına. Ve duyacağı yabancı ismin merakıyla beklerken daha da fazla
şaşıracağı bir isimle karşılaştı.
“önceki dönem
genelkurmay başkanı, bu terör örgütünün lideri olarak lanse edildi”
Bu ya çok büyük
bir oyundu ya da binlerce yıllık Türk siyasi tarihinin en büyük operasyonu
yapılmıştı. Artık daha fazla şaşıramam diyordu Hasan. Sormak istediği çok şey
vardı ancak kızın yarasını daha fazla deşmekten korkuyordu.
Bir süre
düşündü ve en çok merak ettiği soruyu sorma riskini göze aldı. Eğer meltem
sohbeti kısa keserse kendisi konuyu değiştirmek için elinden geleni yapacaktı.
“peki ya,
iktidar ve muhalefet partilerinin tutumu ne oldu bu süreçte?”
“hah” önce acı bir gülümseme yayıldı yüzüne ve
sonra tekrar ciddileşerek “başbakan önce savcısıyım ben bu davanın dedi, sonra,
tabi yıllar sonra, insanlar uzunca bir süre tutuklu halde cezaevinde yattıktan
sonra, bunun bir tertip olduğunu, devlet içine sızmış devlete paralel bir
yapının tertibi olduğunu söyledi. Ve şükür ki Anayasa Mahkemesine bireysel
olarak yapılan başvuruların değerlendirilmesi sonrasında adil yargılanmanın
yapılmaması ve davaların çok uzun sürmesi nedeniyle oluşan uzun tutukluluk
hallerinin kaldırılması kararı verdi ve sağ kalanlar” burada bir saniye susup
yutkundu “sağ kalanlar özgürlüklerine kavuştular” kahvesinden bir yudum aldı ve
“muhalefet demiştin dimi?” dedi. Bu sorunun cevabını merak eden Hasan tüm
algısını Melteme yoğunlaştırmıştı “onlar sadece bu durumdan oy devşirmeye
çalıştılar”
Meltem kibarca
izin isteyip tuvalete gitmesi gerektiğini belirtti. Hasan çok iyi biliyordu ki
Meltem ağladığını kimsenin görmesini istemiyordu. Çok gururlu bir kız diye
geçirdi içinden. İşte tam bir asker kızıydı Meltem.
Meltem yerine
döndüğünde artık noktayı koyması gerektiğini biliyordu ama esas çıkış noktası
olan ülkeden ayrılma zorunluluğuna ilişkin durumu tam olarak anlatmamıştı. Bunu
da kısaca anlatıp bu bahsin kapanmasının iyi olacağını düşündü. “babam ölmeden
evvel bu davanın çok uzayacağını anlamıştı, benim yurtdışına çıkıp bu süreçten
çok etkilenmemi istiyordu. Çünkü bir grup basının sürekli hedefindeydik.
Babalarımızın cezaevinde oluşu bile içlerindeki intikam ateşini söndürememiş
olmalı ki, cezaevinde olanların aileleri ile uğraşmaya başladılar. Babam,
liseden arkadaşı olan fakülte dekanı ile görüşüp yurt dışında uygun bir doktora
eğitimim için gerekli şartları oluşturdu. Bense asla gitmeyi istemiyordum. Ama
hayatım boyunca babama bir şeyi iki kere tekrar ettirmedim. Babamı ölmeden önce
son kez gördüğüm görüş gününde bana ‘ne olursa olsun ağlamayacaksın, hele
insanlar içinde hiç ağlamayacaksın, ben seni ve ailemi utandıracak hiç bir şey
yapmadım kızım, başın dik alnın açık olsun, eminim bu karabulutlarda bir gün
ülkemizi terk edecek. Önemli olan güzel vatanımızın bu süreçten en az zararla
çıkması, şimdi bana söz ver’ dedi ve bana öyle bir sarıldı” son kelimenin son
hecesi o kadar zayıf çıkmıştı ki Hasan ne dediğini tam olarak duyamamıştı.
Meltem son cümlesinden alarak “bana öyle bir sarıldı ki işte o an bunun babamı
son görüşüm olduğunu anladım, aslında babamın idam edileceğini düşünüyordum,
evet idam yasalarımızdan çıkarılmıştı ama tekrar yasalara ilave edilmesi
imkânsız değildi. Ben babam gibi bir adamın hasta yatağında öleceğini hiç hayal
etmedim. O, bir çınar gibi ayakta ölebilirdi ancak.”
Vücudundaki
bütün kanlar sanki gözleri içinde ve etrafında toplanmıştı meltemin. Tek bir
damla gözyaşı dökmeden bütün bunları anlatabilmek için çok güçlü bir iradeye
sahip olmak gerekirdi. Hasan bir an “Hazal’ın böyle bir annesi olmalı” diye
geçirdi içinden gülümseyerek ama bu gülümsemeyi Meltem’e göstermemek için
başını diğer tarafa çevirdi.
Yolculuğun
kalanında kimi zaman uyuyarak, kimi zaman havadan sudan konularda konuşarak
zaman öldürdüler. Uçak iniş yaparken ikisinin de kafasında aynı soru işareti
vardı. Acaba bir daha görüşmek ister miydi? Çok fazla konuşmadan eşyalarını
toparlayıp uçaktan indiler gümrük kapısına geldiklerinde yolları ayrılmak
üzereydi. Meltem, hasandan bekliyordu bir şeyler söylemesini ama karaya ayak
basar basmaz Hasan asıl sorunlarına geri dönmüştü bile.
“peki, o zaman”
dedi hayal kırıklığı içinde meltem. Hasan o an anladı yollarının az sonra
ayrılacağını. “sana nasıl ulaşabilirim, yani burada diyorum, birkaç güne Boston
a geçmem gerek şehirden ayrılmadan bir kahve içebileceğimizi umuyorum”
Meltem bir anda
karamsar duygularından uzaklaştı, sevinç içinde “en iyisi sana elektronik posta
adresimi vereyim. Amerika’da cep telefonu kullanmıyorum, bir gün nasılsa geri
döneceğim ümidiyle, 5 senedir burada yaşamama rağmen tam olarak yerleşemedim”
“olur” dedi ve
e-posta adresini kaydetti. Kibarca elini uzattı. Sarılmak ya da öpmek için
yeterli samimiyetin olmadığını düşünüyordu. Ama sıcak bir tokalaşma için
yeterince tanımıştı Meltemi.
Gümrük
kapısında sıra beklerken bir sonraki adımının ne olması gerektiğini düşündü.
Ancak nereye gideceği konusunda bile hiçbir fikri yoktu. Ali Şimşek denilen
adamı bulursa bütün sorularının cevabını alabileceğini biliyordu. Amerika da
bir Türkü bulmak, Türkiye ‘de bulmaktan daha kolay olmalı diye geçirdi
aklından. Öncelikle Türk konsolosluğuna
uğramalıyım diye düşündü. Oradan bir bilgiye ulaşabileceğini umut ediyordu.
Sıra kendisine geldiğinde, 1 yıllık ticari vize işlenmiş olan pasaportu ile
gümrük kapısından geçmesi hiç te zor olmadı. Burada kendiyle ilgili bambaşka
bir şey daha öğrenmiş oldu. Akıcı düzeyde İngilizce konuşabiliyordu.
Havalimanından
çıkarken Meltemin valizlerini almış gidiyor olduğunu gördü. Peşinden hızla
koşarak ona yetişti. “sanırım benden hemen kurtulamayacaksın” Meltem şaşırmış
bir halde Hasana bakıyordu. “bende bir centilmen beni bu yüklerden kurtarır mı
diye düşünüyordum” soğumaya bıraktıkları yerden ilişkileri tekrar ısınmaya
başlamak üzereydi.
“biliyor musun,
bunca zamandır yurt dışındayım, defalarca Amerika’ya geldim ancak hala New York
u yeterince bilmiyorum, nerde ne yenir, ne içilir, bir rehber hiç fena olmazdı
hani” Hasan bir an için yeniden dertlerinden arınmış, Meltemin çekim alınanı
girmişti. Bundan hiç şikâyetçi olmuyordu. Gözlerini yeni dünyasına açtığından
bu yana ilk defa onun yanında huzurlu hissetmişti ve bu hissi kaybetmeye hiç
niyeti yoktu.
“metroya kadar
bana eşlik eder ve sonrasında eşyalarımı eve taşımama yardım edersen sana
bedava rehberlik yapacak birini bulabilirim”
“aslında benim
daha iyi bir fikrim var, araba kiralamayı düşünüyordum, ne dersin bu işimizi
görür mü?”
“işte gerçek
bir centilmen” diyerek dalga geçti Meltem. “biz Türkler araba sevdamızdan hiç
vazgeçemeyiz, biliyor musun Amerika da kimse araba kullanmak istemez, trafikte
geçirecek boş zamanları yoktur çünkü”
“benim de böyle
lükslerim yok fakat valizlerinin sayısı gözümü korkutmadı dersem yalan söylemiş
olurum”
“kolaycılık
işime geliyor demiyorsun”
“aslında sen
olmasan da bu arabaya ihtiyacım olacaktı, gitmem gereken çok yer var ve her
defasında adres sormaktan nefret ediyorum. Nevigasyonlu bir araba ile bütün
dertlerim hallolmuş oluyor”
“takside bir
çok sorununu çözebilir”
“yine de
direksiyon da kararları benim verebiliyor olmam fikri daha cazip geliyor”
“e peki o zaman
para senin paran, nereye harcayacağını benden iyi bilirsin”
Uluslararası bir araç kiralama firmasının bankosu
önüne geldiklerinde araba kiralamanın gerçekten iyi bir fikir olup olmadığını
düşünüyordu Hasan. Pasaportunu uzattı ve bir araba istediğini belirtti.
Bankodaki görevli bilgisayarda gerekli işlemleri yaparak pasaportu iade etti.
Ve gülümseyen bir yüz ile hasana sorduğu soru, ona neden Amerika’ya geldiği
gerçeğini bir kere daha yüzüne vurmuştu.
8. BÖLÜM
“çok şanslısınız en son kiraladığınız araç bu
sabah Boston daki şubemizden döndü, yeniden o aracı almak ister misiniz?”
Meltem, hasanın
ruh halinin börek mevzusundaki gibi değiştiğini fark etti. Bu adamın anlatması
gereken önemli bir hikâyesi vardı ve bugün bitmeden bunu duymak istiyordu.
Bir firma
görevlisi valizlerin taşınmasına da yardım ederek, onları aracın bulunduğu
otoparka kadar götürdü. Yaptığı hizmetin karşılığını alarak anahtarı teslim
etti ve iyi günler diledi. Hasan aracın başına geldiğinde bir saniye kadar
hareketsiz arabayı seyretti. Hiçbir şey ifade etmiyordu.
“iyi misin?”
meltem içinde bulunduğu merak duygusuna artık teslim olmuştu. “iyiyim”
duraksadı “aslında iyi miyim bilmiyorum
ama sana anlatmam gereken önemli şeyler var”
“biliyordum”
sesi bir çocuk gibi çıkmıştı. Haklı olmanın verdiği heyecanla “sende büyük bir
hikâye olduğunu biliyordum”.
Valizleri
bagaja yerleştirerek Meltemin yardımcı pilotluğunda yola çıktılar. Arabadaki
nevigasyonu gördüğünde Meltem “artık bana ihtiyacın olmayacak, arabadaki hanım
efendi gitmek istediğin yerleri tarif eder nasılsa” sahte bir kıskançlık
barındıran cümlesi Meltemin bile kulağını tırmalamıştı. Gereksiz bir espri
yaptığını düşünerek bir süre susmayı denedi. Zoraki gülümseyen Hasan o anda
arabanın içinde tanıdık bir şeyler arıyordu. Ancak anılarını ya da hafızasını
tetikleyecek hiç bir şey bulamadı. Meltemin şehir dışında bulunan evinin önüne
geldiklerinde yaklaşık yarım saattir hiç konuşmadıklarını fark etti. Hasan yine
düşünce dünyasında başına gelen olaylar hakkında senaryolar üretip durmuştu.
“ne güzel bir
yer, insan Amerika’da böyle bir yer olduğunu hayal edemiyor”
“nasıl yani
anlayamadım”
“Amerika
deyince hep akla yüksek katlı binaların yer aldığı beton yığını şehirler
geliyor, ancak burası hayallerimizdeki Amerika fikrine çok ters gibi görünüyor”
“burası şehir
merkezine bağlı bir kasaba, tıpkı Türkiye deki gibi şehir merkezinden uzak
yaşamayı tercih edenlerin yaşadıkları bölge, Büyükçekmece, Kemerburgaz ya da
Boğazköy gibi düşünebilirsin”
“şehre uzak
olduğu için de kiralar da daha ucuz tabi”
“e haliyle, ben
de zaten bunun için tercih ettim diyebilirim”
Yeniden
gülüştüler. Meltem, hasanın sessiz kaldığında başka bir dünyaya gittiğini fark
etmişti. “e hadi durma zamanı değil, eşyaları taşımama yardım edersen, ben de
sana süper bir makarna yaparım”
“hiç
tanımadığın bir adamı, yalnız başına eve davet ediyorsun”
“birazdan
bertha ‘yı gördüğünde pek de yalnız olmadığımı anlayacaksın” Meltemin sesi neşe
içinde çıkıyordu. Hasan da bu neşeden nasibini aldı.
“bu kadar yol
gelmenin ve eşyalarını taşımanın karşılığında makarna yiyeceğimi bilmek içimi
ferahlattı”
“istersen omlet
de yapabilirim, tercih senin”
“bak şimdi
rahatladım işte”
Bertha,
beklenmedik misafiri görünce hoşnut olmadığını açıkça belli etmişti. Evde, İri
kıyım bir siyahinin varlığı ise Meltemi rahatlatıyordu. Neticede bu adamı
tanıyalı 24 saat olmamıştı bile. Ama nedense Hasan ‘a güvenmişti. Meltem, 2 ev
arkadaşıyla birlikte 3 odalı apartman dairesinde kalıyordu. Diğer ev arkadaşı
da bir Türk’tü ve bir süreliğine memleketine gittiğinden odası boştu.
“işte bizim
öğrenci evimiz de burası, bertha benimle aynı okulda mastır öğrencisi, diğer ev
arkadaşım Tülay yabancı dil öğrenmek için Amerika’da bulunan bir Türk”
“Tülay deyince
benim aklıma Norveçli olabileceği gelmişti, demek bir Türk” kötü espriler
yapmaya başladığını anlayınca Hasan kontrolünü kaybettiğini fark etti. Bu kızda
her ne varsa onun yanında gerçekten rahat ve huzurluydu.
“sana bir şey
sormak istiyorum” Hasanın sesi ciddi bir konudan bahsedeceğini belli etti.
“ciddi konulara
gireceksek, lütfen yemekten sonra kahve içerken yapalım bunu”
Hasan itiraz
etmedi. Meltem makarna için tencereye su doldururken Hasan büyük bir dikkatle
onu izliyordu.
Yemekten sonra,
Kahveyi balkonda içmeyi teklif eden Meltem ‘in niyeti saatlerdir uzak kaldığı
nikotine bir an önce kavuşmaktı. Meltemin sigara içtiğini gören Hasan çok
şaşırmıştı. Nedense sigaraya karşı hatırı sayılır bir antipatisi olduğunu fark
etti.
“nasıl
içiyorsunuz bunu” sesi düşmanca olmaktan çok koruyucu bir tınıyla çıkmıştı.
“nefret etmek
ile çok sevmek arasında bir şey, her gece nefret ederek yatar, her sabah büyük
bir aşk ile içersin” Meltemin basit konuları böyle dolaylı ve süslü şekilde
anlatıyor olması Hasanın çok hoşuna gidiyordu. Laf olsun diye konuşmuyor diye
geçirdi içinden.
“amacım seni
kınamak değil, hayatım boyunca içmedim” ya da öyle olduğunu sanıyordu. Hiç
sigara içmediğinden emin bile değildi. “sigara içen birini anlamam mümkün değil
tabi ki, ancak yine de ortaya çıkaracağı problemleri bile bile içebiliyor olmak
bana tuhaf geliyor”
“biliyor musun
bundan bir asır önce sigara eczanelerde satılıyormuş” hasan, Meltemin yine
dalga geçiyor olduğunu düşündü.
“inan bana,
sigaranın ağrı kesici özelliği olduğunu düşünmüşler. Ve esrar da bu şekilde
satılmış”
“gerçek
olamayacak kadar saçma geliyor kulağa”
“hadi ama seni
neden kandırayım, evet bugün sigaranın tüm zararları biliniyor ancak bir asır
kadar önce sigara içmek prestijli bir eylemmiş”
Hasan dudak
büktü. İnanmıyor muydu inanmak mı istemiyordu bilemedi. “bunlar sigara
içenlerin uydurduğu şeyler omasın”
“bilmiyorum,
ama bildiğim bir şey var ki sigara çok büyük bir endüstri. Çok büyük paralar
dönüyor ve sigara içilmesini teşvik etmek için filmlerde gizli reklamlar yapılıyor,
bir jön sigara yaktığında yüzbinlerce kişinin sigara ihtiyacı tetikleniyor”
Hasan ilgiyle
dinliyordu.
“sigara
dünyanın en tehlikeli bağımlılığı, ancak gariptir ki sigaranın madde
bağımlılığı çok etkin değil, en önemli bağımlılık psikolojik olarak yaratılanı”
Hasan bunu tam
olarak anlayamadı ki bunu tam ifade edecekken Meltem kaldığı yerden devam etti.
“şöyle düşün,
sigaranın maddesel bağımlılığı, yani içmediğinde yaşadığın yoksunluğa ait
belirtiler bir iki haftada ortadan kalkıyor, ancak psikolojik olarak
bağımlılığın yıllarca sürebiliyor, bu yüzden sigarayı bırakıp çok uzun süre içmeyen
biri yıllar sonra bir nefes çekerek kaldığı yerden devam edebiliyor”
“bunu ilk kez
duyuyorum ama kulağa çok mantıklı geliyor. Mesela sigara içen biri ramazan da saatlerce
sigara içmiyor ve sigara yoksunluğu çektiğini ifade etmiyor. Çünkü muhtemelen
çekmiyor, ama ezan okunduktan sonra
yemek masasından kalkmadan sigarasını yakabiliyor”
“aynen öyle”
yeniden gülüştüler, Hasan kahvesinden son yudumu alıp asıl meseleye dönmeye
niyetlendi. Meltemle yıllarca bu şekilde sohbet edebilirdi. Fakat kafasındaki
soruları çözmeden, kim olduğunu öğrenmeden ne ona ne de kendisine faydası
olamayacağını biliyordu.
“ben birini
arıyorum, bir Türkü” Meltemin bir anda tüm algıları keskinleşti.
“kimi?” cevabı
olan bir sorudan çok Hasanı anlatmaya teşvik etme amacıyla ifade edilmişti.
“adı Ali ŞİMŞEK
ve hakkında başka hiçbir şey bilmiyorum”
Meltem arkasına
yaslanarak derin bir nefes aldı “bence en başından başla anlatmaya çünkü yalnız
bir isimle hiçbir yere ulaşamayız” sesinde yardım edeceğini belli eden bir
şeyler vardı.
“o zaman bana
bir fincan kahve daha vermen gerekecek” hasanın derdi kafasını toplamak için
birkaç dakika yalnız kalmaktı.
Tazelenmiş
fincanlardaki kahve içilemeden soğudu. Çünkü Hasanın anlatırken yaşadığı
gerginliğe Meltemin dinlerken yaşadığı heyecan eşlik etmişti. Ve biri anlatır
biri dinlerken yalnızca nefes aldılar.
“vay anasına”
dedi, sonra da bunu söylemenin utancıyla özür diledi Meltem. “yani sen şuan kim
olduğunu da dahil olmak üzere, hiç bir şey bilmiyor ve hatırlamıyorsun,
elindeki tüm veriler adının hasan olduğu, Amerika’ya birlikte geldiğinizi
düşündüğün Ali Şimşek, New York ve Boston da bulunduğunuz ve senin yurda tek
başına döndüğün ve sonra hiç bilmediğin bir yerde uyandığın ve hiç bir şey
hatırlamadığın”
“kabaca böyle”
kabaca diyordu ama para ve silah dışında başkaca bir ayrıntı da yoktu. Meltem, ince olduğu için daha az zararlı
olduğunu düşündüğü slim sigarasından bir tane daha yaktı. Buz gibi olmuş kahveyi
dudaklarına değirdiğinde yüzünü ekşitti. “sıcak bir fincana ne dersin” meltemin
davetkar ses tonu Hasanı kendine getirmişti. Yaşadıklarını anlatırken elindeki
fincanı unutmuş, öylece soğumaya terk etmişti.
“yapacak daha iyi bir işim olmadığına göre,
sıcak kahve iyi bir fikir gibi görünüyor” yeniden gülüştüler ve Meltem
kahveleri doldurmaya gitti.
“yapacak bir işin ve gidecek bir
yerin olmadığına göre bu gece buradasın, eminim Tülay döndüğünde çarşafları
değiştirmek isteyecektir” meltem elinde kahve fincanları ile dönmüş, daha kahve
makinesine ulaşmadan geceyi burada geçirmesini teklif etmeye karar vermişti.
Tek sorun Bertha idi. Bertha evdeki en eski kiracıydı ve kira anlaşması
yapılırken eve misafir getirilmemesi konusunda katı kurallar konulmuştu. Bu
sorunu şimdilik Hasan ile paylaşmamayı uygun gördü. Bertha birazdan yarı
zamanlı çalıştığı restorana gider ve o döndüğünde Hasan çoktan uyumuş olurdu.
Sabah bir şekilde anlatırım artık diye kendi kendini ikna etti.
Hasan yolculuğun etkisiyle olacak
–yoksa meltem ile aynı çatı altında olmanın huzuruyla mı?- yaklaşık 13 saat
kesintisiz bir uyku çekti. Sabah 10 ‘da uyandığında evde yalnız olduğunu fark
etti ve tedirgin oldu. Birkaç dakika sonra kapıdan gelen anahtar sesi ile
tedirginliği yerini tekrar güvene terk etmişti. Meltem elinde kurvasan paketi
ile eve girerken tebessümle dolu yüzü ile günaydın dedi. Bu kızın enerjisi bana
geçiyor diye düşündü Hasan. Oysa ne büyük acılar çekmişti. Ancak güçlü
kişilikte insanlar ağır bir depresyona girmeden böyle süreçleri atlatabilirdi.
Onu çekici kılan bu güçlü yanı mıydı ya da parlak zekâsı mı? Karar veremiyordu.
“burada kahvaltı böyle, peynir, zeytin,
yumurta yemez bunlar e biz de domuz pastırması yemeyince geriye kuruvasandan
başka bir şey kalmıyor” hasan şekersiz içtiği kahvenin yanında sabahları tatlı
hamur işleri yemeyi sevdiğini fark etti. Her gün yeni bir şeyler öğreniyordu
kendi hakkında. Kahve, kurvasan ve meltem, bu sabah gerçekten gün aydındı onun
için.
Öğlen olmadan evden çıkmışlar ve binası şehir
merkezinde bulunan elçiliğe uğramışlardı. Ali Şimşek isminde iki kişiye ilişkin
bilgiye ulaştılar. Biri yeşilkart sahibi bir ailenin Amerika’da dünyaya gelmiş
5 aylık bebeği, diğeri ise 3 sene önce Amerika’da vefat etmiş ve vasiyeti
gereği Türkiye’de toprağa verilmiş 70 lerinde bir adam.
Elçilik yetkilisi, bir türkün
Amerika’ya gelmiş olsa bile elçilik ile temas kurmaması halinde bilgilerinin
olamayacağını, ülkeye giriş çıkış yapan Türklerle ilgili kayıtların ise
yalnızca Amerikan içişleri bakanlığınca tutulduğunu ve mahkeme kararı
olmaksızın asla göremeyeceklerini dile getirdi. Sonuçta hiçbir bilgiye
ulaşamadan asık bir suratla elçilikten çıktılar.
“öğlen yemeği benden” Meltem,
Hasanın moralini düzeltmeye çalışıyordu. “ama öyle büyük hayaller kurma,
beşinci cadde üzerinde sosisli satan bir amca var ki, zannedersin Amerikalı ama
aslen Adanalı yanık teninden dolayı melez olduğunu zannediyor herkes”
Şuan çok ta yemek yiyesi yoktu
Hasanın ama Meltem’in teklifini geri çevirmenin çok kaba bir davranış olacağını
biliyordu. Arabayı elçilik yakınındaki otoparkta bırakarak beşinci caddeye
kadar yürüdüler. Meltem türlü oyunlarla
Hasan’ı neşelendirmeye çalışıyordu ama Hasan. elindeki tek şansı olan
elçilikten herhangi bir bilgi alamadan çıkmanın hayal kırıklığında yaşamaya
devam ediyordu.
“adem amca” gide gele ahbap
oldukları belliydi. “sus kızım” Adem isminin söylenmesinden hoşlanmamışa
benziyordu. “kırk kere söyledim sana Adam [edım] diyeceksin bana diye” tatlı
sert fırçalıyordu Adem amca Meltemi. Meltem
ve Adem amca gülüştüler ve sarıldılar.
“Nerelerdesin, bir süredir
görünmüyordun yine, dersleri astın, Türkiyeye kaçtın değil mi? Seni kaçak”
“Sonra anlatarım adem amca, bu Hasan, Türkiyeden birlikte geldik”
“Hoşgeldiniz, seni de peşine takıp
Türkiyeden zorla getirdiyse şaşırmam” Adem Amca şimdide Hasana sataşıyordu.
Neşe dolu bir ihtiyar diye geçirdi aklından. Yaşıtlarının emekli olduğu
yaşlarda hala sokakta ekmek parasının derdinde diye geçirdi aklından. “hoş
gördüm” diye cevapladı Hasan “o getirmedi benim gelmek için bir sürü nedenim
vardı”
“adem amca şöyle Müslümanlar için
yaptıklarından, iki kocaman sosisli istiyoruz. Hardala acıma ama” sonra Hasana
döndü “sahi hardal seviyorsun di mi?” Hasan başıyla onayladı. Sonra Meltem
tekrar Adem amcaya dönerek “sen kaç yıldır burada sosisli satıyordun”
“19 seneyi geçti kızım” gururla
çıkmıştı ağzından, sonra Hasan’a döndü adem amca“sen ne için düştün buralara”
“aslında ben birini arıyorum Adem
amca, sana sorsam yardımcı olur musun?” adem amca kaşlarını çattı “her sene
birileri geliyor birilerini arıyor buralarda ve bir çoğundan cinayet çıkıyor
daha sonra, sen de mi kanlını aramaya geldin” yıllar içinde kırılmış Türkçe ile
söylenince öfke dolu bu cümle bile komik gelmişti Hasan’a.
“yok be adem amca, Hasan bir dostuna
ulaşmaya çalışıyor, telefonunu adresini kaybetmiş” sonra hınzırca Hasan ‘a
dönüp “onu öldürmek için aramıyorsun di mi?”
Soslileri ayak üstü yedikten sonra
amaçsızca yürümeye başladılar. Meltem ne yaptıysa Hasan ‘ı kendi psikolojik
seviyesine çıkarmayı başaramamıştı ve böyle durumlarda olduğu üzere onun
psikolojik seviyesine inmiş ve suratı düşmüştü. “eğer” dedi Meltem “Ali Şimşek,
New York sokaklarında gezmiş olsaydı emin ol Adem amca onu tanırdı” nereye
varmak istiyor diye düşündü Hasan yoksa o da mı kendi gibi düşünüyordu.
“bence yarın Boston ‘a gitmeliyiz”
derin bir nefes aldı Hasan. Meltem çok farklı bir boyuttaydı. Henüz
paranoyasını ona bulaştıramamıştı anlaşılan.
Bütün gün new york city ‘nin sokak
ve caddelerinde dolaştılar. Meltem ‘in tanıdığı ve Türklerce işletilen
restoran, cafe ve işyerlerine uğrayıp Ali ŞİMŞEK ‘i sordular. Kimseden bir
yanıt alamadılar. Hasan girdikleri her yerde özellikle lafa dalıyor, kendini
göstermeye gayret ediyordu. Belki yüzünü tanıyan biri çıkar umuduyla. Ancak gün
boyu kimse daha önce onu gördüğünü hissettirmemişti.
Akşam eve döndüklerinde Meltem ve
Bertha arasında küçük dozlu ama yüksek sesli bir tartışma yaşandı. Meltem Hasan
hakkında yalan söylemiş, onun bir akrabası olduğunu ve iş bulmak amacıyla
Türkiyeden geldiğini ve sabah ayrılacağını anlatmıştı. Ortalık sakinleşince
Hasan kaldığı odadan çıkmış, Meltem i kahve hazırlarken mutfakta bulmuştu.
Hasanın geldiğini duyan Meltem arkasını bile dönmeden “senin yüzünden kafein
bağımlısı oldum” dedi.
“yalnızca bir günde seni kafein
bağımlısı yapabildiysem, sandığımdan daha da önemli bir adamım demektir” Hasan
espri yaparak evdeki gerginliği atmaya çalışıyordu. Aynı zamanda gün boyu asık
olan suratı nedeniyle Meltem’den özür diliyor gibiydi.
Balkona çıktıklarında “kafein
bağımlılığı kanser yapmıyor, rahat olabilirsin” diyerek Meltem ‘i konuşturmak
için tahrik etmeye çalıştı.
Meltem oyuna gelmediğini göstermek
için yapmacık bir gülümseme ile cevap verdi. Sigarasından derin bir nefes aldı
“biliyor musun, ailecek tatile çıkmak en büyük keyfimizdi ve her sene datçaya
giderdik, babam ordu evlerinde tatil yapmayı hiç sevmezdi, yıllarca Ağustos
sonu Eylül başı Datçaya ve aynı pansiyona gittik, tabi sonraları babamın
rütbesi arttıkça güvenlik sorunları bahane edildi ve komutanlıktan uyarı geldi,
zaten gemi ve sonra filo komutanı olunca tatil keyfimiz de sona erdi” bir
sigara daha yakarak devam etti “tatile gideceğimiz sabah 4 te babam bizi
kaldırırdı. O gece hiç uyumaz biz uyurken arabayı hazırlar, valizleri taşır
herşey tamam olunca da bizi uyandırırdı.
Güneş doğmadan yola çıkardık, ben daha Ankaradan çıkmadan uyur Denizliye
varmadan da uyanmazdım. Denizli girişinde büyük bir konaklama tesisi vardı. Her
defasında orada kahvaltımızı yapardık” bunları anlatırken meltemin yüzünden
hasret, acı ve mutluluk ifadeleri karışık olarak geçiyordu. Birden yeniden
neşelendi “yarın güneş doğmadan yola çıkalım mı?”
Oysa Hasan, gidip gitmemek
konusunda bile kararsızdı, oysa giderse bile Meltemi yanında götürüp
götürmemeyi düşünmemişti bile. Ama Meltem o kadar heyecanlıydı ki;
“termosun varsa yarın sabah 4 ‘de
yoldayız”
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)
GİRİŞ
Polisiye kurgu kısa öykü türündeki bu yazımda yer alan kişilerin ve olayların gerçek kişi ve olaylarla hiç bir ilgisi yoktur. iyi okumal...
-
Polisiye kurgu kısa öykü türündeki bu yazımda yer alan kişilerin ve olayların gerçek kişi ve olaylarla hiç bir ilgisi yoktur. iyi okumal...
-
Uçak biletini aldıktan sonra bir süre istiklal caddesinde dolaştı. Havanın güzel olduğu bir günde istiklal caddesinin boş olmasını beklemek...
-
Anjiyokatın takılı olduğu kolunda oluşan morluğun acısıyla uyandığında şafak sökmek üzereydi. Nerede olduğu ya da kim olduğu hakkında hi...