Elde açılmış hamurun kokusu ile hamurun içinde ki ıspanağın
kokusu birleşerek bir çocukluk anısına götürmüştü Hasan’ı. Bu sefer anı
hareketliydi ve kısmen de renkli. 5-6 yaşlarında olmalıydı. Davul fırın içinde
pişen böreği bir an önce yemenin heyecanıyla, pişmesine daha ne kadar kaldığını
görmek için yüzünü fırının camına yaklaştırınca, camın etrafında yer alan metal
çerçeveye temas eden alnı yanmıştı. Yanan bölge alnı ile saçlarının tam
birleştiği noktadaydı ve yaklaşık 1 santimlik belli belirsiz bir iz bırakmıştı.
Yıllar boyunca bu yanık izine dokunup çocukluğunu hatırlamıştı Hasan. Kokunun
bu anıyı tetiklemesiyle sol eli alnına gitmiş, yanık izini hissedemeyince hızla
tuvalette koşmuştu. Tuvaletteki aynada yüzünü uzun uzun incelerken “burada bir yanık izi olduğuna yemin
edebilirim” diye konuştu kendiyle, ama alnı neredeyse kusursuzdu. Yüzünün
herhangi bir yerinde en ufak bir iz yoktu. Bu beden mi ona ait değildi, yoksa
ruhumu bu yabancı bedene hapsolmuştu.
Koltuğuna oturmak üzereyken
Meltem hınzırca “börekten zehirlendiğini düşünecektim ama görünen o ki bir
ısırık bile alamamışsın”
“sadece uçak tuttu sanırım,
yemeğini mahvetmek istemedim” kelimeler ağzından çıkarken yüzünün sap sarı
oluşu bu yalanını tasdikliyor gibiydi.
“şimdi nasılsın”
“böreği yiyince çok iyi olacağıma
emin olabilirsin” tekrar gülüyor olması Meltemin içini rahatlattı.
Tuvalete giderken Meltemin her
iki eline emanet ettiği çay bardağı ve börek dilimini alarak açlığını bastırdı.
Meltem, hasanın beş dakika önceki neşesinde olmadığını görebiliyordu. Ne gizem
dolu bir adam diye geçirdi içinden. “beni de normali bulmaz ki zaten”
gülümseyen dudaklarından belli belirsiz dökülmüştü kelimeler, ama yüzü cama
doğru dönük olduğundan koridor tarafındaki Hasan hiç bir şey duyamamıştı. Zaten duymasa daha iyiydi, şimdi geçmiş aşk
felaketlerimi konuşmak için hiç de doğru bir zaman değil diye geçirdi içinden.
Almanya da yakıt ikmali için
durmuşlar ancak uçaktan indirilmemişlerdi. Pilotun anonsuyla beraber
yolculuklarının ikinci bölümü başlıyordu. Meltem elindeki dergiyi
karıştırıyormuş gibi yaparak Hasan’ı gözlemliyordu. Hasan ise zihninde canlanan
fırın yanığı anısını defalarca zihninde oynatarak geçmişe ait bir şeyler
yakalamaya çalışıyordu. Annesinin ya da babasının yüzünü görmeyi hayal etti
ancak 2 saniyelik görüntüde fırına yapışıp yandığı ve koşarak birine doğru
gittiği ve ağlayarak bacaklarına sarıldığı dışında bir şeye ulaşamadı beyninin
kıvrımları arasında. İçinde bulunduğu
kısır döngüden kurtulmanın yolunu biliyordu ve aklına gelen ilk soruyu sorudu.
“kaç yıldır Amerika’dasın”
“beş yıldan fazla oldu” meltem
soruyu hemen yanıtlamıştı çünkü Börek hadisesinden bu yana Hasan ile tek kelime
etmemişlerdi. Ve sanki bu soruyu bekliyormuş gibi hemen vermişti cevabını.
“beş yıl uzun bir süre, doktora
için fazla değil mi?”
İşte bu soruyu beklemiyordu
Meltem. Tekrar sohbete başlamak için can atıyordu ama konunun buna gelmesi bir
anlığına sessiz kalmasına neden oldu. Çünkü daha birkaç saat evvel tanıştığı bu
adama son 10 yılda başından geçenleri anlatmak konusunda emin olamıyordu.
“yanlış bir şey sordum galiba,
özür dilerim” Hasan mahcup olmuştu ama durumla ilgili senaryolar üretmekten de
geri durmuyordu. Türkiye’den uzak durmak için Amerika’da yaşıyor olabileceği
fikri mantıklı geldi. Asıl sorun Türkiye’den neden uzak kalmaya
çalıştığındaydı. Ya ailevi bir problem ya da bir aşk hikâyesi diye geçiriyordu
ki aklından,
“bu ikinci doktora programım,
aslında Türkiye’deki kadromu kaybetme riskim var, yani okul sadece bir doktora
dönemi boyunca kadronuzu saklı tutuyor. Fakat bazı nedenlerle ülkeden bir süre
ayrılmam gerektiğinden fakülte yönetimi anlayış gösterdi”
“harika, yani insanlar bir
doktora programını tamamlayamazken, sen şimdi ikincisine devam ediyorsun,
gerçekten tebrik ederim” Hasan konuyu eğitime taşıyarak, Meltemin düştüğü zor
durumdan kurtarmaya çalıştı. Aslında ülkeden neden uzak durmaya çalıştığını
merak etmiyor değildi ama onu anlatmaya mecbur bırakırsa bir daha görüşmek
istemeyebileceği ihtimalini göz ardı edemedi.
“çok tatlısın” meltemin sesi
kırılgan fakat memnuniyet doluydu.
“bu da nerden çıktı şimdi”
anlamamazlıktan gelmek şuan yapabileceği en iyi hareketti.
“nerden çıktığını biliyorsun,
yani asıl mevzu ülkeden uzak kalmam ama sen konuyu değiştirerek beni anlatma
mecburiyetinden kurtarmaya çalışıyorsun” meltem bu adama güvenebileceğini
hissetti ama neden güven duymalıydı sorusuna verebileceği mantıklı bir cevabı
yoktu.
“bir kahve daha ısmarlarsan sana
bir şeyler anlatabilirim” işi muzurluğa vurmuştu ama konuşmaya çok ihtiyacı
olduğunun farkındaydı. İnsanın, kendini tanımayan, belki de bir daha görme
ihtimali olmadığı biriyle dertleşmesi, tanıdığı biri ile dertleşmesinden daha
kolay olabiliyordu. Bu yüzden mi psikologlara rahat açılıyoruz acaba diye
düşündü Meltem.
“babam” diye başladı söze ama
daha ilk hecesinde ilk gözyaşı geldi oturdu gözüne “babam bu dünyada tanıdığım
en dürüst, en namuslu, en harika insan, en iyi baba, en iyi eş” kendini öyle
sıkıyordu ki minicik bir damla göz pınarlarından firar edemiyordu. Yutkundu ve
devam etti “en iyi asker, en iyi oğul”
“baban asker miydi?” nefes alması
ve bir parça rahatlaması için özellikle girmişti araya Hasan.
“deniz kuvvetlerinde filo
komutanıydı, tuğgeneral Murat YILMAZ”
Hasan bu ismi duyar duymaz
gerildiğini hissetti. Tanıdık ama hakkında hiç bir şey hatırlamadığı bir isim
Murat YILMAZ. Belki de Meltemin duygu durumundan etkilenmişimdir diye düşündü.
Çünkü tanıdık da gelse hakkında hiçbir şey hatırlamıyordu.
“bu isim sana tanıdık geldiyse
şaşırma” meltemin ağzından çıkan bu cümleler Hasan ‘ın daha da fazla
heyecanlanmasına neden olmuştu. Ya zihnimi okuyor ya da benim ruh halim
yüzümden çok rahat belli oluyor diye geçirdi içinden. “aslında tanıdık gibi ama hiç bir şey
anımsamıyorum”
“tabi hatırlamazsın, sen bu
ülkenin istiklal savaşı sonrası yaşadığı en zor 10 senesine şahit olamamıştın
değil mi?” sesinde bu defa kızgınlık var gibiydi.
Dudaklarını bükmekten başka
yapabileceği bir şeyi yoktu. Melteme başından geçenleri anlatsa inanır mıydı
acaba. Meltem devam etmeye karar verdi. “Babam 2005 yılının mart ayının 6 günü
sabaha karşı 5 sularında gözaltına alındı. Ve evimiz saatlerce, didik didik
arandı.”
Hasan öylesine şaşkındı ki.
Meltemin babasının öldüğünü ya da bir suikaste kurban gittiğini duyacağını
zannediyordu. Ama duydukları karşısında şaşkınlığını gizleyemedi. Bir
tuğgeneral sabaha karşı gözaltına alınıyor ve evi aranıyor. Peki ya neden.
“Silahlı kuvvetlerin yaptığı bir
operasyon ile mi?”
“Hayır, emniyet”
“emniyet? Yani polisler geldi ve
bir tuğgenerali gözaltına mı aldı diyorsun”
“kuzum sen gerçekten neredeydin
bunca yıl”
“çok üzgünüm,
gerçekten bilmiyorum ama Amerika’ya gider gitmez bütün bu süreci öğrenmek
istediğimden emin olabilirsin” Hasanın kafası allak bullak olmuştu. Türkiye’de
bürokrasinin en önemli kurumu silahlı kuvvetlerdi. Hatta zaman zaman siyasal
iktidarın bile önüne geçtiği olmuştu. Ülkede 60 sonrası her on sene de bir
darbe yapıldığı düşünüldüğünde polisin bir askeri gözaltına almış olması ülkede
taşların yerinden oynadığının çok açık bir ifadesiydi. Birden bekleme salonunda
yaptıkları sohbet geldi aklına “tez-antitez-sentez”. Türkiye ikinci aşamada
demişti meltem, sanırım ikinci aşama ile kastettiği tam olarak buydu. Zira
Türkiye Cumhuriyetini askerler kurmuş, askeri bürokrasi, uzunca bir süre de
siyasal hayata egemen olmuştu. Eskiden asker olan, Türkiye cumhuriyetinin bu
ilk siyasetçilerinin seçimlerle iktidarı kaybetmesi sorasında darbeler dönemi
başlamıştı.
Meltemin
yeniden anlatmaya başlamasıyla içine daldığı düşünce girdabından çıkmıştı
Hasan.
“ bencillik
yaptığımı düşünme, çünkü aynı gün onlarca subay, astsubay gözaltına alındı”
“haklarındaki
suçlama neydi?”
“tabi ki darbe
girişimi”
1960 tan sonra her on sene de bir darbe
yapılmıştı ülkede, seksen darbesi sonrası değişen dünyaya ayak uydurulmuş ve
etkisinin bin yıl süreceği söylenen ilk post modern darbe “28 Şubat”
yaşanmıştı. Ve son darbe girişiminin önüne geçmek isteyen siyasi iktidar önlem
alarak darbecileri gözaltına mı almıştı?
“babamla
birlikte gözaltına alınanların büyük çoğunluğunu tanıyorum, hepsi çok iyi
insanlar. Gerçekten bir darbe girişiminin içinde yer aldılar mı? Sanmıyorum ama
eminde değilim. Benim emin olduğum tek şey babamın asla böyle bir girişimin
içinde yer almayacağı. İtiraf etmeliyim babam mevcut iktidar partisinden
hoşlanmazdı. Ama artık Türkiye de darbelerin değil sandıkların ve demokrasinin
egemen olması gerektiğini söylerdi. Babama göre darbeler yalnızca sivil
siyasilerin değil aynı zaman da silahlı kuvvetlerin de canını çok yakmıştı. ‘En
kötü iktidar, en iyi darbeden evladır’ derdi.”
Yakın siyasi
tarihi düşündüğünde sivil iktidarların çoğu zaman ülkeyi çok beceriksizce
yönettikleri ve hatta kimilerinin kendi menfaatlerini ülke menfaatlerinin çok
üzerinde tuttuğu, kendilerinin ve çevrelerinin menfaati için ülkenin geleceğini
ipotek altına alan çok yanlış politikaların peşine takıldıkları aşikârdı,
Hasana göre. Ama hiçbir olumsuzluk silahlı kuvvetlerin yönetime el koymasını
meşru kılmıyordu.
“anlıyorum. Ve
senin adına çok üzüldüm. Eminim senin gibi onlarca evlat babasının acısını
yaşamıştır. Hayatım boyunca darbelere karşı oldum. Ama eminim bağımsız
mahkemelerce yapılan yargılama sonrası suçlu ve suçsuz ortaya çıkacaktır”
“çıktı bile,
sen bilmiyorsun tabi. Babam tam 4 yıl 3 ay 23 gün ceza evinde tutuklu kaldıktan
sonra vefat etti. Ve Babamın ölümünden 8 ay sonra itibarını iade ettiler. Bende
iade edilen bu itibarı almak üzere ülkedeydim son bir aydır.”
Hasan bunun
üzerine ne söyleyebileceğini bilemedi. Yapılanların kabahatlisi
kendisiymişçesine gözlerini kaçırdı Meltemden. Meltem de bir süre camdan
bulutları izlemeyi tercih etti.
“en çok ta
zoruma giden neydi biliyor musun?” hasan bu sözleri duyunca ilgiyle Melteme
döndü. “bütün bu duruşmalar boyunca toplasan bin kişi gelmedi destek olmaya.
Hatta babamın dönem arkadaşları bile seslerini çıkarmadan uzaktan izlediler.
Babamın hiçbir sağlık sorunu yoktu. Kahrından öldü adamcağız. Ve aslında bence
şehit oldu” şehit kelimesinin üzerine tüm gücüyle bastırmıştı meltem. “Bu dünya
da ailesinden sonra en çok sevdiği, vatanında, vatan haini sıfatını
yakıştırdılar babama”.
Bu sefer daha
uzun bir sessizlik dönemi yaşadılar. Sanki ölen Tuğgenerale sessizlik içinde
saygılarını sunuyor gibiydiler. Sessizliği yine meltem bozdu.
“komik bir şey
duymak ister misin?” Hasan konunun değişmesinden büyük memnuniyet duyan bir
bakışla ve merakla melteme döndü.
“gözaltına
alınıp yargılanan ve çoğu hayatında birbirini ilk defa gören bu askerlere,
terör örgütü dediler hatta bir kısa ad bile uydurdular sanırım söylemesi daha
kolay oluyordu böylece” hasan
duyduklarına inanamıyordu.
“sıkı dur en
komiği geliyor, bu terör örgütünün lideri kimmiş biliyor musun?” bu kişinin
İsrailli bir diplomat ya da Amerikalı bir general olabileceği düşüncesi geldi
Hasanın aklına. Ve duyacağı yabancı ismin merakıyla beklerken daha da fazla
şaşıracağı bir isimle karşılaştı.
“önceki dönem
genelkurmay başkanı, bu terör örgütünün lideri olarak lanse edildi”
Bu ya çok büyük
bir oyundu ya da binlerce yıllık Türk siyasi tarihinin en büyük operasyonu
yapılmıştı. Artık daha fazla şaşıramam diyordu Hasan. Sormak istediği çok şey
vardı ancak kızın yarasını daha fazla deşmekten korkuyordu.
Bir süre
düşündü ve en çok merak ettiği soruyu sorma riskini göze aldı. Eğer meltem
sohbeti kısa keserse kendisi konuyu değiştirmek için elinden geleni yapacaktı.
“peki ya,
iktidar ve muhalefet partilerinin tutumu ne oldu bu süreçte?”
“hah” önce acı bir gülümseme yayıldı yüzüne ve
sonra tekrar ciddileşerek “başbakan önce savcısıyım ben bu davanın dedi, sonra,
tabi yıllar sonra, insanlar uzunca bir süre tutuklu halde cezaevinde yattıktan
sonra, bunun bir tertip olduğunu, devlet içine sızmış devlete paralel bir
yapının tertibi olduğunu söyledi. Ve şükür ki Anayasa Mahkemesine bireysel
olarak yapılan başvuruların değerlendirilmesi sonrasında adil yargılanmanın
yapılmaması ve davaların çok uzun sürmesi nedeniyle oluşan uzun tutukluluk
hallerinin kaldırılması kararı verdi ve sağ kalanlar” burada bir saniye susup
yutkundu “sağ kalanlar özgürlüklerine kavuştular” kahvesinden bir yudum aldı ve
“muhalefet demiştin dimi?” dedi. Bu sorunun cevabını merak eden Hasan tüm
algısını Melteme yoğunlaştırmıştı “onlar sadece bu durumdan oy devşirmeye
çalıştılar”
Meltem kibarca
izin isteyip tuvalete gitmesi gerektiğini belirtti. Hasan çok iyi biliyordu ki
Meltem ağladığını kimsenin görmesini istemiyordu. Çok gururlu bir kız diye
geçirdi içinden. İşte tam bir asker kızıydı Meltem.
Meltem yerine
döndüğünde artık noktayı koyması gerektiğini biliyordu ama esas çıkış noktası
olan ülkeden ayrılma zorunluluğuna ilişkin durumu tam olarak anlatmamıştı. Bunu
da kısaca anlatıp bu bahsin kapanmasının iyi olacağını düşündü. “babam ölmeden
evvel bu davanın çok uzayacağını anlamıştı, benim yurtdışına çıkıp bu süreçten
çok etkilenmemi istiyordu. Çünkü bir grup basının sürekli hedefindeydik.
Babalarımızın cezaevinde oluşu bile içlerindeki intikam ateşini söndürememiş
olmalı ki, cezaevinde olanların aileleri ile uğraşmaya başladılar. Babam,
liseden arkadaşı olan fakülte dekanı ile görüşüp yurt dışında uygun bir doktora
eğitimim için gerekli şartları oluşturdu. Bense asla gitmeyi istemiyordum. Ama
hayatım boyunca babama bir şeyi iki kere tekrar ettirmedim. Babamı ölmeden önce
son kez gördüğüm görüş gününde bana ‘ne olursa olsun ağlamayacaksın, hele
insanlar içinde hiç ağlamayacaksın, ben seni ve ailemi utandıracak hiç bir şey
yapmadım kızım, başın dik alnın açık olsun, eminim bu karabulutlarda bir gün
ülkemizi terk edecek. Önemli olan güzel vatanımızın bu süreçten en az zararla
çıkması, şimdi bana söz ver’ dedi ve bana öyle bir sarıldı” son kelimenin son
hecesi o kadar zayıf çıkmıştı ki Hasan ne dediğini tam olarak duyamamıştı.
Meltem son cümlesinden alarak “bana öyle bir sarıldı ki işte o an bunun babamı
son görüşüm olduğunu anladım, aslında babamın idam edileceğini düşünüyordum,
evet idam yasalarımızdan çıkarılmıştı ama tekrar yasalara ilave edilmesi
imkânsız değildi. Ben babam gibi bir adamın hasta yatağında öleceğini hiç hayal
etmedim. O, bir çınar gibi ayakta ölebilirdi ancak.”
Vücudundaki
bütün kanlar sanki gözleri içinde ve etrafında toplanmıştı meltemin. Tek bir
damla gözyaşı dökmeden bütün bunları anlatabilmek için çok güçlü bir iradeye
sahip olmak gerekirdi. Hasan bir an “Hazal’ın böyle bir annesi olmalı” diye
geçirdi içinden gülümseyerek ama bu gülümsemeyi Meltem’e göstermemek için
başını diğer tarafa çevirdi.
Yolculuğun
kalanında kimi zaman uyuyarak, kimi zaman havadan sudan konularda konuşarak
zaman öldürdüler. Uçak iniş yaparken ikisinin de kafasında aynı soru işareti
vardı. Acaba bir daha görüşmek ister miydi? Çok fazla konuşmadan eşyalarını
toparlayıp uçaktan indiler gümrük kapısına geldiklerinde yolları ayrılmak
üzereydi. Meltem, hasandan bekliyordu bir şeyler söylemesini ama karaya ayak
basar basmaz Hasan asıl sorunlarına geri dönmüştü bile.
“peki, o zaman”
dedi hayal kırıklığı içinde meltem. Hasan o an anladı yollarının az sonra
ayrılacağını. “sana nasıl ulaşabilirim, yani burada diyorum, birkaç güne Boston
a geçmem gerek şehirden ayrılmadan bir kahve içebileceğimizi umuyorum”
Meltem bir anda
karamsar duygularından uzaklaştı, sevinç içinde “en iyisi sana elektronik posta
adresimi vereyim. Amerika’da cep telefonu kullanmıyorum, bir gün nasılsa geri
döneceğim ümidiyle, 5 senedir burada yaşamama rağmen tam olarak yerleşemedim”
“olur” dedi ve
e-posta adresini kaydetti. Kibarca elini uzattı. Sarılmak ya da öpmek için
yeterli samimiyetin olmadığını düşünüyordu. Ama sıcak bir tokalaşma için
yeterince tanımıştı Meltemi.
Gümrük
kapısında sıra beklerken bir sonraki adımının ne olması gerektiğini düşündü.
Ancak nereye gideceği konusunda bile hiçbir fikri yoktu. Ali Şimşek denilen
adamı bulursa bütün sorularının cevabını alabileceğini biliyordu. Amerika da
bir Türkü bulmak, Türkiye ‘de bulmaktan daha kolay olmalı diye geçirdi
aklından. Öncelikle Türk konsolosluğuna
uğramalıyım diye düşündü. Oradan bir bilgiye ulaşabileceğini umut ediyordu.
Sıra kendisine geldiğinde, 1 yıllık ticari vize işlenmiş olan pasaportu ile
gümrük kapısından geçmesi hiç te zor olmadı. Burada kendiyle ilgili bambaşka
bir şey daha öğrenmiş oldu. Akıcı düzeyde İngilizce konuşabiliyordu.
Havalimanından
çıkarken Meltemin valizlerini almış gidiyor olduğunu gördü. Peşinden hızla
koşarak ona yetişti. “sanırım benden hemen kurtulamayacaksın” Meltem şaşırmış
bir halde Hasana bakıyordu. “bende bir centilmen beni bu yüklerden kurtarır mı
diye düşünüyordum” soğumaya bıraktıkları yerden ilişkileri tekrar ısınmaya
başlamak üzereydi.
“biliyor musun,
bunca zamandır yurt dışındayım, defalarca Amerika’ya geldim ancak hala New York
u yeterince bilmiyorum, nerde ne yenir, ne içilir, bir rehber hiç fena olmazdı
hani” Hasan bir an için yeniden dertlerinden arınmış, Meltemin çekim alınanı
girmişti. Bundan hiç şikâyetçi olmuyordu. Gözlerini yeni dünyasına açtığından
bu yana ilk defa onun yanında huzurlu hissetmişti ve bu hissi kaybetmeye hiç
niyeti yoktu.
“metroya kadar
bana eşlik eder ve sonrasında eşyalarımı eve taşımama yardım edersen sana
bedava rehberlik yapacak birini bulabilirim”
“aslında benim
daha iyi bir fikrim var, araba kiralamayı düşünüyordum, ne dersin bu işimizi
görür mü?”
“işte gerçek
bir centilmen” diyerek dalga geçti Meltem. “biz Türkler araba sevdamızdan hiç
vazgeçemeyiz, biliyor musun Amerika da kimse araba kullanmak istemez, trafikte
geçirecek boş zamanları yoktur çünkü”
“benim de böyle
lükslerim yok fakat valizlerinin sayısı gözümü korkutmadı dersem yalan söylemiş
olurum”
“kolaycılık
işime geliyor demiyorsun”
“aslında sen
olmasan da bu arabaya ihtiyacım olacaktı, gitmem gereken çok yer var ve her
defasında adres sormaktan nefret ediyorum. Nevigasyonlu bir araba ile bütün
dertlerim hallolmuş oluyor”
“takside bir
çok sorununu çözebilir”
“yine de
direksiyon da kararları benim verebiliyor olmam fikri daha cazip geliyor”
“e peki o zaman
para senin paran, nereye harcayacağını benden iyi bilirsin”
Uluslararası bir araç kiralama firmasının bankosu
önüne geldiklerinde araba kiralamanın gerçekten iyi bir fikir olup olmadığını
düşünüyordu Hasan. Pasaportunu uzattı ve bir araba istediğini belirtti.
Bankodaki görevli bilgisayarda gerekli işlemleri yaparak pasaportu iade etti.
Ve gülümseyen bir yüz ile hasana sorduğu soru, ona neden Amerika’ya geldiği
gerçeğini bir kere daha yüzüne vurmuştu.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder