18 Kasım 2015 Çarşamba

18. Bölüm

18. Bölüm :
Hasan, artık bir başka bakıyordu içinde bulunduğu eve. Salondaki tüm duvarları, duvarlardaki tabloları, koltukları, az ötede duran pikabı, sehpa üzerine dizilmiş birkaç aksesuarı teker teker inceledi. Tek bir tanıdık objeye rastlayamadı. Eğer bir duruşma anında sorulsaydı daha önce bu eve hiç gelmedi hususunda içi çok rahat bir şekilde yemin edebilirdi. Pikabın yanında, yerde sıralanmış plakları aldı eline. “Müzik zevklerimiz yakınmış” diye geçirdi içinden, Safiye Ayla, Zeki Müren, Bülent Ersoy ve Ahmet Özhan’a ait yeni basım plakları teker teker yerinden alıp, uzun uzun baktı ilk kez görüyormuş gibi. Bu oda da olup da daha önce dokunduğu, eline aldığı, gördüğü, hissettiği, soluduğu hiçbir şey olmadığına emin olmak istedi. Ve oldu da.
Evin diğer odalarında neler olduğuna bakmak istedi kimseyi rahatsız etmeden. Meltem çoktan uyumuştur diye geçirdi içinden. Yusuf ‘unda kendine bir oda bulup yerleştiğini varsayarak kimseyi rahatsız etmeden evde dolaşabileceğine kanaat edip çıktı salondan. Koridorun hemen başında eve giriş istikametinde sağ tarafta bulunan kapısı hafif aralık ve içerisi alaca karanlık odayı gördü ilkin. İçeri girip girmemekte tereddüt etti. Zira bir yabancının evinde öyle gelişi güzel dolaşmanın adaba uygun olmayacağını düşünüyordu. Diğer taraftan evin sahibinin artık yaşamıyor olması, öbür taraftan belki de evin sahibi ile çok yakın bir ilişkisi olduğu ihtimallerini bahane ederek uzandı kapı koluna. Koridorda yanan ışığın hafifçe aydınlattığı oda girişinden içerisinin tahmin ettiğinden de büyük olduğunu fark edip şaşırdı. Muhtemelen az önce bulunduğu salondan bile daha irice bir yaşam alanı olarak dizayn edilmişti burası. Işıklara kumanda eden elektrik düğmesine basarak aydınlattı bu gizemli mekanı. Kısa kenarları boydan boya kütüphane olarak tasarlanmıştı dikdörtgen odanın. Her iki tarafta konuşlanmış kütüphaneler yerden tavana kadar uzanıyor ve yüzlerce kitap barındırıyordu raflarında.   Hafif bir küf kokusunun hakim olduğu odanın orta kısmına kapıya doğru bakan koyu renk masif bir çalışma masası yerleştirilmiş, masanın hemen önüne konulan iki misafir koltuğu ile alan zenginleştirilmişti. Çalışma masanın üzerinde iki kitap ve birkaç belge ile masayı aydınlatan mini bir lambadan başka bir şey yoktu. İçeride dikkati çeken bir sessizliğin var olduğunu fark edince ürperdi. Az önce içinden geçtiği ve açık bıraktığı kapıyı hafifçe kapatırken anladı odanın en büyük özelliğini. Özenle dekore edildiği belli olan bu oda çalışma alanı olarak kullanılmaktan başka amaçlara da hizmet etmiş olmalı diye geçirdi içinden. Cebinden çıkardığı, Yusuf ‘un kendisi ile iletişim kurmak için verdiği cep telefonunun tuş kilidini açtığında emin oldu bu varsayımından. Burası dışarı ile tüm iletişimin kesildiği türden bir sağır odaydı. Cep telefonunu şebeke sinyali tamamen kesilmiş durumdaydı. Odanın kütüphane barındırmayan duvarları ahşap lambri ile kaplanarak burada ağırlanan ya da toplantı yapılan misafirlerin ürkmemeleri için yalıtım kamufle edilmiş, özellikle gizlenmiş olmalıydı.
Hasan, çok sevdiği sahaf kokusu ile doldurdu ciğerlerini. Kitaplara, özellikle de eski kitaplara karşı büyük bir sevgisi olduğu aşikardı. Bütün bu olanları geride bırakıp, yalnızca kitaplar ile hasbihal edebileceği bir işe sahip olma hayali ile gülümsedi bir an. Masanın üzerinde bulunan kitaplara bakmak için odanın ortasına doğru yürüdü. Gözüne ilk çarpan, Adolf Hitlerin KAVGAM isimli kitabıydı. Cildine baktığında en az 50 yıllık olduğunu tahmin etti. Kitabın cilt kapağını çevirerek ilk sayfasında yer alan basım yılına bakınca tahmininde başarılı olduğunu görüp gülümsedi. Alman Devlet kütüphanesi envanterine kayıt edilmiş kitap 1946 yılında basılmıştı. Büyük ihtimalle diyerek, Doktor Zimmerman ‘ın ailesine ait koleksiyondan alındığını varsaydı. Rastgele bir sayfasını açarak yapışkan kağıt ile işaretlenmiş paragrafı okumaya başladı. Böylesine eski ve değerli bir kitabın sayfalarının çizilmemesi gerektiğini biliyor olmalıydı sahibi.
İçende bulunduğu oda, odaya hakim olan ahşap ve küf kokusu karışımı kafeine karşı, karşı koyulmaz bir istek uyandırdı içinde. İnşallah mutfakta kahve ya da türevi bir şey bulabilirim düşüncesiyle odadan geri dönmek üzere ayrıldı. Dış kapının hemen yanına konuşlandırılmış dar ve uzun mutfağa, eve girerken hiç dikkat etmemiş olmalıydı. Cilasız ahşaptan yapılmış mutfak tezgâhlarının üzeri neredeyse bomboştu. Set üstü ocağın üzerinde gördüğü bialetti kahve demliği hazine bulmuş sevinci yaşattı Hasan’a. Bialetti tamamdı, tamam olmasına ama kahve yoksa tek başına bir işe yaramazdı.  Mutfak tezgahının pencereye yakın tarafında prize takılı halde duran birkaç küçük ev aleti arasında kahve öğütücüsünü görünce yeniden ışıdı gözleri.
Ama gecenin bu saatinde bu makinadan çıkacak gürültüyü hesaba katmadığını fark ederek bir an üzüldü sonra bu evde sessiz olması gerektiği her zaman yaptığı gibi üstten ikinci çekmecede bulunan, Gaziantepli bir dostu tarafından hediye edilmiş bakırdan yapılma el değirmenini alarak usulca öğütmeye başladı kahveyi.
Kolu bir tur attığında anlamıştı her şeyi, ve işte o anda gözlerinden iri iri damlalar dökülmeye başladı. Az önce odada eline aldığı kitabın üzerinde Kavgam yazmıyordu, orda yazan apaçık Mein Kampf ‘tı, kitap orijinal Almancaydı. Ve hiç yadırgamadan okumuştu kendisini Hasan zanneden Ali.

Onu, bütün bu olaylar olurken sessizce uzaktan izleyen Yusuf, mutfağa girdi, tezgâhın üstüne bir zarf bıraktı. “Sana, bu işlerin peşini bırakıp gitmeni söylemiştim. Beni dinlemeliydin Ali” dedi, dostuna sıkıca sarıldı,  sonra mutfağı ve evi terk ederek tek kelime etmeden çıkıp gitti. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

GİRİŞ

Polisiye kurgu kısa öykü türündeki bu yazımda yer alan kişilerin ve olayların gerçek kişi ve olaylarla hiç bir ilgisi yoktur. iyi okumal...