Tekrar arabaya bindiklerinde,
Hasan’ın kafası daha da karışık bir haldeydi. Artık adından bile emin değildi.
Yusuf da ona bilmek istediklerini anlatamamıştı. Şuan sadece -o da tahminen-
bir cemaat üyesi olduğu ile Ali Şimşek ‘in ekibinde yer aldığını
varsayabiliyordu. Ama öbür taraftan kendisini tanımayan bu adam, yıllar önceki
bir anısında ona gülebiliyordu. Yoksa diye geçirdi içinden, yoksa Ali Şimşek
ben miyim? Daha önce de bu düşünce belirmişti kafasında ama elinde somut hiçbir
veri yoktu. “Ayrıca eğer Ali Şimşek olsaydım Metin denilen adam ya da en
azından Yusuf beni tanımaz mıydı?” Bütün bu düşünceler sarmalında eli kolu
bağlanmışken, arabanın durduğunu ve Yusuf ‘un inmek üzere olduğunu yeni fark
ediyordu. Bir kapalı garaja gelmişlerdi ancak buraya ne zaman girdiklerini bile
anlamıştı Hasan ya da adı her ne idiyse.
“Nereye gidiyoruz?” diye sordu
Hasan.
“Meltem ile buluşmaya tabi ki,
senin başka bir fikrin mi vardı?” Yusuf alaylı konuşuyordu ya da Hasan öylesine
sinirliydi ki şuan her kelime ona batıyordu.
“Sence Yusuf, şey demek istiyorum,
yani ben bu cemaat ile bağlantıya geçsem acaba beni bir tanıyan çıkar mı?
İnsanın hafızasını kaybetmesi yetmiyormuş gibi kendisini tanıyan bir Allahın
kulunun da bulunmaması nasıl bir talihtir?” çaresizlik içinde bakıyordu
Yusuf’a.
Yusuf, kendinden emin bir şekilde
cevapladı “Bu yapacağın en saçma iş olur Hasan, Metin denilen adam cemaatin Amerika
‘daki önemli bir imamı. Eğer seni tanıyor olsaydı bunu sana mutlaka
hissettirirdi. Ve eminim o seni tanımıyorsa, en tepedeki dahil kimse
tanımıyordur”
“Benim de bu grubun bir üyesi
olduğumu sen söylemedin mi? Eğer öyleyse nasıl tanımazlar ya da tanıyan biri
bulunmaz”
“Bak Hasan şundan adım gibi eminim
ki, eğer seni Ali seçti ve ekibinde görevlendirdi ise muhtemelen seni
Anadolunun en ücra köşelerden birinden bulmuştur. Ali’nin ekibini kurarken kimsenin
tanımadığı, sicili tertemiz insanlara ulaştığından eminim, nerden biliyorsun
diye soracak olursan, bu ekip ile en tepedeki dâhil kimsenin temas etmediğini
ve kimsenin bu bu adamları tanımadığını çok iyi biliyorum”
“Diyorsun ki Ali’yi bulamazsak ben
de kendimi bulamayacağım öyle mi?”
“Eğer hafızanı geri getirmenin bir
yolu yoksa, maalesef…”
İçinde bulundukları kapalı
otoparkın bir hastaneye ait olduğunu fark edince birden telaşa kapıldı. “Yoksa
Meltem’e?”
“Hayır, hayır merak etme, bu
adamların bizi en son arayacakları yer bir hastane kafeteryası olur diye
düşündüm, hem ortada bu kadar insan varken kolay kolay operasyon yapamazlar.
Meltem hastanenin kafeteryasında muhtemelen tatlısını yiyordur şuan”
Hastanenin en üst katına
ulaştıklarında cam kenarında oturmuş kaygı ile dışarıya bakan Meltem’i görünce
derin bir nefes aldı Hasan. Hızlı adımlarla ona doğru koşacak iken Yusuf
kolundan hafifçe çekti “ilgi odağı olmak istemeyiz Hasan, lütfen sakin ol” Hasan
adımlarını yavaşlattı ama mümkün olan en hızlı şekilde Meltem’in olduğu masaya
ulaştı. Meltemin elinin üstüne elini koyarak “sana bunları yaşattığım için beni
affet” diyebildi.
Meltem küçük bir gülümseme ile
elini çekip Hasan ‘ın elinin üstüne koydu. “Henüz kimse yaralanmadığına göre
bence özür dilenecek bir durum yok” Meltem gülüyordu, üzülüyordu hatta belki
acıyordu Hasan’a ama kesinlikle kızmıyordu.
Yusuf ta bir sandalye çekip masaya
oturunca Meltem ve Hasan gözlerini birbirinden ayırıp aynı anda Yusuf’a
döndüler. “Peki şimdi ne yapıyoruz” Hasan dı merakla soran.
“Sizi güvenli bir eve götüreceğim,
ancak aynı arabada yolculuk etmemiz sakıncalı olur, ben önden kendi arabamla
giderken otoparkta bulunan diğer araba ile beni takip etmenizi istiyorum. Kaybolmak
konusunu dert etmeyin arabanın nevigasyonuna iki blok geride bir evin adresi
girilmiş vaziyette. Takibi kaçırırsanız nevigasyonu kullanırsınız. Mümkün
olduğu kadar yaklaşmamaya çalışın eğer bir tehlike durumu söz konusu olursa
yarın sabah 7 ‘de bu hastanede buluşmak üzere yollarımızı ayırmak zorundayız.
Ben seni arayana kadar lütfen sana verdiğim cep telefonunu kullanma Hasan,
benimle temasta olduğunuzu bilmelerini istemeyiz. Aksi halde sizi saklamam
güçleşir”
Meltem çok şeyler sormak
istiyordu. Ama beklemesi gerektiğinin de farkındaydı. Tehlike henüz
atlatılmamıştı. Kimden ya da kimlerden kaçtıklarını dahi bilmiyordu oysa. Bütün
bu olayların bir parçası değilken nasıl bu işin ortasında bulmuştu kendisini.
Ya büyük bir yanlış yapıyorduysa. Ya hasan bir katil, bir gizli servis elemanı,
derin devletin bir ajanı ya da ne biliyim karanlık işlerin bir piyonu idiyse.
Hayatı hiç kolay olmamıştı Meltemin yine hiç yardımcı olmuyordu kader.
Yusuf gidecekleri birkaç
kilometreyi tarif ederek kendisinin hareketinden 5 dakika sonra yola
çıkmalarını söyledi. Bu beş dakika boyunca ne Meltem ne de Hasan tek kelime
etmediler. Sanki kurulmuş bir saat gibi tam beş dakika sonra bastı marşa Hasan.
Gaza basmadan önce melteme döndü “ne olursa olsun seni sağ salim evine teslim
edeceğim, söz veriyorum”
Meltem, Hasan’ın vites topuzunda
duran elinin üzerine elini koyarak bütün samimiyetiyle “her kimsen ve her ne
yaptıysan eminim ki önemli gerekçelerin vardır, sana inanıyorum Hasan ve
güveniyorum” dedi.
Her ihtimale karşı arabanın
nevigasyonunu da başlattı Meltem. Yusuf’un arabası ile aralarına yaklaşık 100
metre bırakarak 1 saat kadar yol aldılar. Varış noktasına yaklaştıklarında
Yusuf kısa mesaj ile Hasana 200 metre kadar ilerde sağdaki sokağa aracı park
ederek şuan bulundukları noktaya yürüyerek gelmelerini söyledi. Yusuf her
ihtimali düşünüyor olmalı diye geçirdi içinden Hasan. Bu adam tam bir
profesyoneldi. Yürüyüş yolunda bir kısa mesajla kapı ve daire numarasını
bildirdi Yusuf. Evin kapısına vardıklarına hafif aralık bırakıldığını gördüler.
İçeri girdiklerinde Yusuf bir yandan pencere açarak evi havalandırırken bir
yandan çok da aydınlatmadığı evin perdelerini kapattığını gördüler.
“Ne yapacağımıza karar verene
kadar burada güvende oluruz. Ama birkaç günden fazla kalmamız mümkün değil”
Hasan, Meltem için müsait bir
odanın olup/olmadığını sordu. Yusuf, Meltemi evin arka tarafında bulunan yatak
odasına götürürken kısaca evi tarif etti. Meltem, Hasan ‘ın bir süre Yusuf ile
yalnız kalmak istediğini anladı. Yusuf ‘a teşekkür ederek odaya geçip yatağa uzandı.
Yusuf geri döndüğünde, Hasan
kafasını toparlamış yeni soruları zihninde sıraya dizmişti bile. Yusuf ‘un
konuşmasına fırsat vermeden girdi söze;
“Doktor Zimmerman hakkında ne
biliyorsun”
“Neden bütün bunları bırakıp,
Türkiye ‘ye dönmüyorsun ya da başka bir ülkeye. Gördüğüm kadarıyla artık yalnız
da değilsin. Kendini düşünmüyorsan bu kızcağızı düşün. Bırak bu işlerin peşini.
Ali bu uğurda hayatından oldu. Çok bedel ödedik Hasan, ben hala ödüyorum ama
senin fırsatın varken kaç git Amerika’dan. Sana Azerbaycan da ya da Gürcistan
da yerleşmen için yardımcı olabilirim. Ali sana yüklü bir miktar para
bırakmıştı. Paraya hala sahipsin değil mi?”
“Paranın bir önemi yok Yusuf,
kafamda bu kadar soru işaretiyle yaşayamam. Kimim ben, bir ailem, eşim dostum
yok mu benim. Bomboş bir sayfa gibi hayatım, bu şekilde yaşamaya nasıl devam
ederim Yusuf. Bu kadar kolay mı sanıyorsun?”
“Ne kadar kazarsan kaz karşına
pislik dolu bir çukurdan başka hiç bir şey çıkmayacak”
“Bütün günahlarımla yüzleşmeye hazırım,
bu şekilde yaşayamam anla beni”
Yusuf hışımla ayağa kalktı. Hasan
‘ı ikna edemeyeceğinden emindi ancak yine de şansını denemek istiyordu. “Sigara
içmem seni rahatsız eder mi?”
“Sorularıma cevap vermemen dışında
hiç bir şey beni rahatsız etmez”
Yusuf cebinden çıkardığı paketten
bir sigarayı dudaklarına yerleştirerek yaktı. Derin bir nefes çekip birkaç
saniye içinde tuttu. Nikotinin kanına iyice karışmasını bekledi.
“Doktorun ismine nasıl ulaştın”
anlatmamak için direniyordu sanki Yusuf. Ama Hasan’ın pes etmeye niyeti yoktu.
Olayları en başından anlattı Yusuf’a.
“Seni muhtemelen Ali göndermiştir
doktora”
“Doktor da bu örgütün ya da her ne
ise o grubun bir parçası mıydı?”
“Hayır, zannetmiyorum adını cemaat
ile ilişkili olarak hiç duymamıştım daha önce. Ama sanırım bu konuda bir teorim
var.”
Hadi anlat der gibi bakıyordu
Hasan. Ama Yusuf ‘un hiç acelesi yoktu. Önce Sigarasından son nefesi alıp, kül
tablasında ezdi izmariti.
“Ali ‘nin tarihe karşı önemli bir
merakı vardı. Özellikle Nazi dönemi Almanyası ile ilgilendiğini, bu konuda
kitap ve belgeler topladığını biliyorum. Ali sırf bu nedenle Almanca bile
öğrendi.”
Bir an Hasan ‘ın aklına Metin ‘in
söylediği sözler geldi. “Hakkınızda
yaptığımız araştırmada 1991 yılında Almanyaya mühendislik okumaya gittiğiniz,
birkaç sene Almanya da bir otomobil firmasında çalıştığınız daha sonra…” ama
bütün bunlar ile Alinin Alman tarihi merakı arasında bir ilgi kuramadı. Belki
de tamamen tesadüf eseriydi.
“Doktorun büyük babasının, Nazi
Almanyasında SS grubuna bağlı olarak çalışan bir doktor olduğu, Yahudiler
üzerinde deneyler yaptığına ilişkin bilgiler varmış bazı kaynaklarda”
“Varmış?”
“Ali aktarmıştı okuduklarından”
“Neden ilgilenmiş bu adamla bu
kadar”
“Esaurd Bloch yani bizim bu
doktorun dedesi naziler savaşta kaybetmeye başlayınca durumun ciddiyetini
anlıyor ve Amerikalılar ile temasa geçiyor, ilk fırsatta ülkeden kaçıyor.
Rivayetlere göre, plastik cerrahi o dönemde henüz tam bir bilim dalı değil iken
bu adam Hitler’in dublörlerinin ameliyatlarını yapıyor. Yani anlayacağın bu
dublörleri ameliyat ile tam bir Hitler kopyası haline getiriyor. Buraya kadar
ki kısmı çok önemli değil ancak belki sende hatırlarsın Hitlerin savaş sonrası
intihar ettiği ve bir halıya sarılarak cesedinin yakıldığı anlatılır. İşte
burada devreye komplo teorileri giriyor. ”
“Aslında ölen Hitler değildi”
“Aynen böyle olduğuna inanıyordu
Ali de. Hitlerin Esaurd ‘u çocukluğundan beri tanıdığını, hatta ilk doktorunun
O olduğunu anlatmıştı bana. Hitlerin bu
adama çok güvendiğini ve önemli bir miktar altını bu adam eliyle sakladığını
falan anlatırdı. Hitler’in kayıp altınları birçok define avcısının ve
tarihçinin muhabbet konusudur. Ben hiç ilgilenmedim altın hikâyesiyle, savaş sonrası
Amerikalıların, hitlerin cesedini Esaurd ‘a teşhis ettirmeleri hikayesi daha
çok ilgimi çekmişti. Her neyse, sonuçta Esaurd ailesi Amerikaya göçer, ama
göçerken yolda Zimmerman olurlar ve Nazi geçmişleri unutulur. Amerikalılar bunu
neyin karşılığında yaptı, altın mıydı yoksa gerçek hitlerin kim olduğunun tehşis
edilmesi miydi rüşvet? işte Ali’nin
merak konusu buydu.”
“Bu yüzden de Zimmerman ile temasa
geçti mi demek istiyorsun?”
“Bu konu hakkında tek bildiğim Ali
‘nin istihbaratta çalışmaya başlayınca Cumhuriyet arşivlerinin gizli
bölümlerine ulaşabildiği ve Zimmerman ailesi hakkında Türk istihbaratı
tarafından elde edilmiş bir belgenin kopyasını ele geçirdiği. Bu belgeyi nasıl
kullandı bilmiyorum. Belki de David ‘i tehdit ederek nazi dönemine ait başka
belgeler temin ediyordu. Seni de bu amaçla doktorla görüşmeye göndermiş
olabilir”
“Kayıp olduğu dönemde hala
tarihçilik oynuyor mu demek istiyorsun”
“Olaya sadece belge, kitap gözüyle
bakarsan böyle görünür tabi tonlarca kayıp altını unutma”
“Ali ‘nin paraya karşı bir
düşkünlüğü var mıydı?”
“Ali’nin bilmece çözmeye merakı
vardı, inan bana o altınları bulduysa bile elini sürmemiştir. Sadece bir şey için kullanmış olabilir”
“Ne için?”
“Hayatta kalmak ve yeni bir hayat
kurabilmek için, altınları pazarlık konusu yapmıştır”
“Almanya hükümeti ile mi?”
“Altını seven herkes ile olabilir”
Yusuf hafifçe sırıtıyordu. Artık bu sohbeti noktalamak ve uyumak istiyordu. Ama
Hasan ‘ın gözlerinden uyumaya ilişkin herhangi bir ifade geçmiyordu henüz.
“Doktoru kim öldürdü Yusuf?”
“Hiçbir fikrim yok, sen bile
öldürmüş olabilirsin. Bu yüzden bence daha fazla gitme bu olayların üstüne,
şimdi güzel bir uyku çek yarın sabah daha sakin kafayla düşünürsün bütün
bunları. Ve seni güven içinde buradan Kanadaya ordan da Türkiyeye ulaştırayım.
Artık düşünme bunları” Yusuf, Hasan’ın bir soru daha sormasına izin vermeden
oturduğu koltuktan kalktı. Salonun kapısından tam çıkmak üzereyken Hasan ‘ın
sesi ile ev sahibine yakalanmış bir hırsız gibi irkildi yerinde.
“Bu evin güvenli olduğundan emin
misin”
“Bu ev Ali ile buluştuğumuz mekan.
Yani anlayacağın burası Ali ‘nin gizli evlerinden biri, belki geçmişte sende
gelmişsindir, ne dersin?”
Duyduğu bu son cümle ile bir anda şaşkına dönen Hasan
‘ın kafasını toplamasına izin vermeden çıktı salondan
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder