“çok şanslısınız en son kiraladığınız araç bu
sabah Boston daki şubemizden döndü, yeniden o aracı almak ister misiniz?”
Meltem, hasanın
ruh halinin börek mevzusundaki gibi değiştiğini fark etti. Bu adamın anlatması
gereken önemli bir hikâyesi vardı ve bugün bitmeden bunu duymak istiyordu.
Bir firma
görevlisi valizlerin taşınmasına da yardım ederek, onları aracın bulunduğu
otoparka kadar götürdü. Yaptığı hizmetin karşılığını alarak anahtarı teslim
etti ve iyi günler diledi. Hasan aracın başına geldiğinde bir saniye kadar
hareketsiz arabayı seyretti. Hiçbir şey ifade etmiyordu.
“iyi misin?”
meltem içinde bulunduğu merak duygusuna artık teslim olmuştu. “iyiyim”
duraksadı “aslında iyi miyim bilmiyorum
ama sana anlatmam gereken önemli şeyler var”
“biliyordum”
sesi bir çocuk gibi çıkmıştı. Haklı olmanın verdiği heyecanla “sende büyük bir
hikâye olduğunu biliyordum”.
Valizleri
bagaja yerleştirerek Meltemin yardımcı pilotluğunda yola çıktılar. Arabadaki
nevigasyonu gördüğünde Meltem “artık bana ihtiyacın olmayacak, arabadaki hanım
efendi gitmek istediğin yerleri tarif eder nasılsa” sahte bir kıskançlık
barındıran cümlesi Meltemin bile kulağını tırmalamıştı. Gereksiz bir espri
yaptığını düşünerek bir süre susmayı denedi. Zoraki gülümseyen Hasan o anda
arabanın içinde tanıdık bir şeyler arıyordu. Ancak anılarını ya da hafızasını
tetikleyecek hiç bir şey bulamadı. Meltemin şehir dışında bulunan evinin önüne
geldiklerinde yaklaşık yarım saattir hiç konuşmadıklarını fark etti. Hasan yine
düşünce dünyasında başına gelen olaylar hakkında senaryolar üretip durmuştu.
“ne güzel bir
yer, insan Amerika’da böyle bir yer olduğunu hayal edemiyor”
“nasıl yani
anlayamadım”
“Amerika
deyince hep akla yüksek katlı binaların yer aldığı beton yığını şehirler
geliyor, ancak burası hayallerimizdeki Amerika fikrine çok ters gibi görünüyor”
“burası şehir
merkezine bağlı bir kasaba, tıpkı Türkiye deki gibi şehir merkezinden uzak
yaşamayı tercih edenlerin yaşadıkları bölge, Büyükçekmece, Kemerburgaz ya da
Boğazköy gibi düşünebilirsin”
“şehre uzak
olduğu için de kiralar da daha ucuz tabi”
“e haliyle, ben
de zaten bunun için tercih ettim diyebilirim”
Yeniden
gülüştüler. Meltem, hasanın sessiz kaldığında başka bir dünyaya gittiğini fark
etmişti. “e hadi durma zamanı değil, eşyaları taşımama yardım edersen, ben de
sana süper bir makarna yaparım”
“hiç
tanımadığın bir adamı, yalnız başına eve davet ediyorsun”
“birazdan
bertha ‘yı gördüğünde pek de yalnız olmadığımı anlayacaksın” Meltemin sesi neşe
içinde çıkıyordu. Hasan da bu neşeden nasibini aldı.
“bu kadar yol
gelmenin ve eşyalarını taşımanın karşılığında makarna yiyeceğimi bilmek içimi
ferahlattı”
“istersen omlet
de yapabilirim, tercih senin”
“bak şimdi
rahatladım işte”
Bertha,
beklenmedik misafiri görünce hoşnut olmadığını açıkça belli etmişti. Evde, İri
kıyım bir siyahinin varlığı ise Meltemi rahatlatıyordu. Neticede bu adamı
tanıyalı 24 saat olmamıştı bile. Ama nedense Hasan ‘a güvenmişti. Meltem, 2 ev
arkadaşıyla birlikte 3 odalı apartman dairesinde kalıyordu. Diğer ev arkadaşı
da bir Türk’tü ve bir süreliğine memleketine gittiğinden odası boştu.
“işte bizim
öğrenci evimiz de burası, bertha benimle aynı okulda mastır öğrencisi, diğer ev
arkadaşım Tülay yabancı dil öğrenmek için Amerika’da bulunan bir Türk”
“Tülay deyince
benim aklıma Norveçli olabileceği gelmişti, demek bir Türk” kötü espriler
yapmaya başladığını anlayınca Hasan kontrolünü kaybettiğini fark etti. Bu kızda
her ne varsa onun yanında gerçekten rahat ve huzurluydu.
“sana bir şey
sormak istiyorum” Hasanın sesi ciddi bir konudan bahsedeceğini belli etti.
“ciddi konulara
gireceksek, lütfen yemekten sonra kahve içerken yapalım bunu”
Hasan itiraz
etmedi. Meltem makarna için tencereye su doldururken Hasan büyük bir dikkatle
onu izliyordu.
Yemekten sonra,
Kahveyi balkonda içmeyi teklif eden Meltem ‘in niyeti saatlerdir uzak kaldığı
nikotine bir an önce kavuşmaktı. Meltemin sigara içtiğini gören Hasan çok
şaşırmıştı. Nedense sigaraya karşı hatırı sayılır bir antipatisi olduğunu fark
etti.
“nasıl
içiyorsunuz bunu” sesi düşmanca olmaktan çok koruyucu bir tınıyla çıkmıştı.
“nefret etmek
ile çok sevmek arasında bir şey, her gece nefret ederek yatar, her sabah büyük
bir aşk ile içersin” Meltemin basit konuları böyle dolaylı ve süslü şekilde
anlatıyor olması Hasanın çok hoşuna gidiyordu. Laf olsun diye konuşmuyor diye
geçirdi içinden.
“amacım seni
kınamak değil, hayatım boyunca içmedim” ya da öyle olduğunu sanıyordu. Hiç
sigara içmediğinden emin bile değildi. “sigara içen birini anlamam mümkün değil
tabi ki, ancak yine de ortaya çıkaracağı problemleri bile bile içebiliyor olmak
bana tuhaf geliyor”
“biliyor musun
bundan bir asır önce sigara eczanelerde satılıyormuş” hasan, Meltemin yine
dalga geçiyor olduğunu düşündü.
“inan bana,
sigaranın ağrı kesici özelliği olduğunu düşünmüşler. Ve esrar da bu şekilde
satılmış”
“gerçek
olamayacak kadar saçma geliyor kulağa”
“hadi ama seni
neden kandırayım, evet bugün sigaranın tüm zararları biliniyor ancak bir asır
kadar önce sigara içmek prestijli bir eylemmiş”
Hasan dudak
büktü. İnanmıyor muydu inanmak mı istemiyordu bilemedi. “bunlar sigara
içenlerin uydurduğu şeyler omasın”
“bilmiyorum,
ama bildiğim bir şey var ki sigara çok büyük bir endüstri. Çok büyük paralar
dönüyor ve sigara içilmesini teşvik etmek için filmlerde gizli reklamlar yapılıyor,
bir jön sigara yaktığında yüzbinlerce kişinin sigara ihtiyacı tetikleniyor”
Hasan ilgiyle
dinliyordu.
“sigara
dünyanın en tehlikeli bağımlılığı, ancak gariptir ki sigaranın madde
bağımlılığı çok etkin değil, en önemli bağımlılık psikolojik olarak yaratılanı”
Hasan bunu tam
olarak anlayamadı ki bunu tam ifade edecekken Meltem kaldığı yerden devam etti.
“şöyle düşün,
sigaranın maddesel bağımlılığı, yani içmediğinde yaşadığın yoksunluğa ait
belirtiler bir iki haftada ortadan kalkıyor, ancak psikolojik olarak
bağımlılığın yıllarca sürebiliyor, bu yüzden sigarayı bırakıp çok uzun süre içmeyen
biri yıllar sonra bir nefes çekerek kaldığı yerden devam edebiliyor”
“bunu ilk kez
duyuyorum ama kulağa çok mantıklı geliyor. Mesela sigara içen biri ramazan da saatlerce
sigara içmiyor ve sigara yoksunluğu çektiğini ifade etmiyor. Çünkü muhtemelen
çekmiyor, ama ezan okunduktan sonra
yemek masasından kalkmadan sigarasını yakabiliyor”
“aynen öyle”
yeniden gülüştüler, Hasan kahvesinden son yudumu alıp asıl meseleye dönmeye
niyetlendi. Meltemle yıllarca bu şekilde sohbet edebilirdi. Fakat kafasındaki
soruları çözmeden, kim olduğunu öğrenmeden ne ona ne de kendisine faydası
olamayacağını biliyordu.
“ben birini
arıyorum, bir Türkü” Meltemin bir anda tüm algıları keskinleşti.
“kimi?” cevabı
olan bir sorudan çok Hasanı anlatmaya teşvik etme amacıyla ifade edilmişti.
“adı Ali ŞİMŞEK
ve hakkında başka hiçbir şey bilmiyorum”
Meltem arkasına
yaslanarak derin bir nefes aldı “bence en başından başla anlatmaya çünkü yalnız
bir isimle hiçbir yere ulaşamayız” sesinde yardım edeceğini belli eden bir
şeyler vardı.
“o zaman bana
bir fincan kahve daha vermen gerekecek” hasanın derdi kafasını toplamak için
birkaç dakika yalnız kalmaktı.
Tazelenmiş
fincanlardaki kahve içilemeden soğudu. Çünkü Hasanın anlatırken yaşadığı
gerginliğe Meltemin dinlerken yaşadığı heyecan eşlik etmişti. Ve biri anlatır
biri dinlerken yalnızca nefes aldılar.
“vay anasına”
dedi, sonra da bunu söylemenin utancıyla özür diledi Meltem. “yani sen şuan kim
olduğunu da dahil olmak üzere, hiç bir şey bilmiyor ve hatırlamıyorsun,
elindeki tüm veriler adının hasan olduğu, Amerika’ya birlikte geldiğinizi
düşündüğün Ali Şimşek, New York ve Boston da bulunduğunuz ve senin yurda tek
başına döndüğün ve sonra hiç bilmediğin bir yerde uyandığın ve hiç bir şey
hatırlamadığın”
“kabaca böyle”
kabaca diyordu ama para ve silah dışında başkaca bir ayrıntı da yoktu. Meltem, ince olduğu için daha az zararlı
olduğunu düşündüğü slim sigarasından bir tane daha yaktı. Buz gibi olmuş kahveyi
dudaklarına değirdiğinde yüzünü ekşitti. “sıcak bir fincana ne dersin” meltemin
davetkar ses tonu Hasanı kendine getirmişti. Yaşadıklarını anlatırken elindeki
fincanı unutmuş, öylece soğumaya terk etmişti.
“yapacak daha iyi bir işim olmadığına göre,
sıcak kahve iyi bir fikir gibi görünüyor” yeniden gülüştüler ve Meltem
kahveleri doldurmaya gitti.
“yapacak bir işin ve gidecek bir
yerin olmadığına göre bu gece buradasın, eminim Tülay döndüğünde çarşafları
değiştirmek isteyecektir” meltem elinde kahve fincanları ile dönmüş, daha kahve
makinesine ulaşmadan geceyi burada geçirmesini teklif etmeye karar vermişti.
Tek sorun Bertha idi. Bertha evdeki en eski kiracıydı ve kira anlaşması
yapılırken eve misafir getirilmemesi konusunda katı kurallar konulmuştu. Bu
sorunu şimdilik Hasan ile paylaşmamayı uygun gördü. Bertha birazdan yarı
zamanlı çalıştığı restorana gider ve o döndüğünde Hasan çoktan uyumuş olurdu.
Sabah bir şekilde anlatırım artık diye kendi kendini ikna etti.
Hasan yolculuğun etkisiyle olacak
–yoksa meltem ile aynı çatı altında olmanın huzuruyla mı?- yaklaşık 13 saat
kesintisiz bir uyku çekti. Sabah 10 ‘da uyandığında evde yalnız olduğunu fark
etti ve tedirgin oldu. Birkaç dakika sonra kapıdan gelen anahtar sesi ile
tedirginliği yerini tekrar güvene terk etmişti. Meltem elinde kurvasan paketi
ile eve girerken tebessümle dolu yüzü ile günaydın dedi. Bu kızın enerjisi bana
geçiyor diye düşündü Hasan. Oysa ne büyük acılar çekmişti. Ancak güçlü
kişilikte insanlar ağır bir depresyona girmeden böyle süreçleri atlatabilirdi.
Onu çekici kılan bu güçlü yanı mıydı ya da parlak zekâsı mı? Karar veremiyordu.
“burada kahvaltı böyle, peynir, zeytin,
yumurta yemez bunlar e biz de domuz pastırması yemeyince geriye kuruvasandan
başka bir şey kalmıyor” hasan şekersiz içtiği kahvenin yanında sabahları tatlı
hamur işleri yemeyi sevdiğini fark etti. Her gün yeni bir şeyler öğreniyordu
kendi hakkında. Kahve, kurvasan ve meltem, bu sabah gerçekten gün aydındı onun
için.
Öğlen olmadan evden çıkmışlar ve binası şehir
merkezinde bulunan elçiliğe uğramışlardı. Ali Şimşek isminde iki kişiye ilişkin
bilgiye ulaştılar. Biri yeşilkart sahibi bir ailenin Amerika’da dünyaya gelmiş
5 aylık bebeği, diğeri ise 3 sene önce Amerika’da vefat etmiş ve vasiyeti
gereği Türkiye’de toprağa verilmiş 70 lerinde bir adam.
Elçilik yetkilisi, bir türkün
Amerika’ya gelmiş olsa bile elçilik ile temas kurmaması halinde bilgilerinin
olamayacağını, ülkeye giriş çıkış yapan Türklerle ilgili kayıtların ise
yalnızca Amerikan içişleri bakanlığınca tutulduğunu ve mahkeme kararı
olmaksızın asla göremeyeceklerini dile getirdi. Sonuçta hiçbir bilgiye
ulaşamadan asık bir suratla elçilikten çıktılar.
“öğlen yemeği benden” Meltem,
Hasanın moralini düzeltmeye çalışıyordu. “ama öyle büyük hayaller kurma,
beşinci cadde üzerinde sosisli satan bir amca var ki, zannedersin Amerikalı ama
aslen Adanalı yanık teninden dolayı melez olduğunu zannediyor herkes”
Şuan çok ta yemek yiyesi yoktu
Hasanın ama Meltem’in teklifini geri çevirmenin çok kaba bir davranış olacağını
biliyordu. Arabayı elçilik yakınındaki otoparkta bırakarak beşinci caddeye
kadar yürüdüler. Meltem türlü oyunlarla
Hasan’ı neşelendirmeye çalışıyordu ama Hasan. elindeki tek şansı olan
elçilikten herhangi bir bilgi alamadan çıkmanın hayal kırıklığında yaşamaya
devam ediyordu.
“adem amca” gide gele ahbap
oldukları belliydi. “sus kızım” Adem isminin söylenmesinden hoşlanmamışa
benziyordu. “kırk kere söyledim sana Adam [edım] diyeceksin bana diye” tatlı
sert fırçalıyordu Adem amca Meltemi. Meltem
ve Adem amca gülüştüler ve sarıldılar.
“Nerelerdesin, bir süredir
görünmüyordun yine, dersleri astın, Türkiyeye kaçtın değil mi? Seni kaçak”
“Sonra anlatarım adem amca, bu Hasan, Türkiyeden birlikte geldik”
“Hoşgeldiniz, seni de peşine takıp
Türkiyeden zorla getirdiyse şaşırmam” Adem Amca şimdide Hasana sataşıyordu.
Neşe dolu bir ihtiyar diye geçirdi aklından. Yaşıtlarının emekli olduğu
yaşlarda hala sokakta ekmek parasının derdinde diye geçirdi aklından. “hoş
gördüm” diye cevapladı Hasan “o getirmedi benim gelmek için bir sürü nedenim
vardı”
“adem amca şöyle Müslümanlar için
yaptıklarından, iki kocaman sosisli istiyoruz. Hardala acıma ama” sonra Hasana
döndü “sahi hardal seviyorsun di mi?” Hasan başıyla onayladı. Sonra Meltem
tekrar Adem amcaya dönerek “sen kaç yıldır burada sosisli satıyordun”
“19 seneyi geçti kızım” gururla
çıkmıştı ağzından, sonra Hasan’a döndü adem amca“sen ne için düştün buralara”
“aslında ben birini arıyorum Adem
amca, sana sorsam yardımcı olur musun?” adem amca kaşlarını çattı “her sene
birileri geliyor birilerini arıyor buralarda ve bir çoğundan cinayet çıkıyor
daha sonra, sen de mi kanlını aramaya geldin” yıllar içinde kırılmış Türkçe ile
söylenince öfke dolu bu cümle bile komik gelmişti Hasan’a.
“yok be adem amca, Hasan bir dostuna
ulaşmaya çalışıyor, telefonunu adresini kaybetmiş” sonra hınzırca Hasan ‘a
dönüp “onu öldürmek için aramıyorsun di mi?”
Soslileri ayak üstü yedikten sonra
amaçsızca yürümeye başladılar. Meltem ne yaptıysa Hasan ‘ı kendi psikolojik
seviyesine çıkarmayı başaramamıştı ve böyle durumlarda olduğu üzere onun
psikolojik seviyesine inmiş ve suratı düşmüştü. “eğer” dedi Meltem “Ali Şimşek,
New York sokaklarında gezmiş olsaydı emin ol Adem amca onu tanırdı” nereye
varmak istiyor diye düşündü Hasan yoksa o da mı kendi gibi düşünüyordu.
“bence yarın Boston ‘a gitmeliyiz”
derin bir nefes aldı Hasan. Meltem çok farklı bir boyuttaydı. Henüz
paranoyasını ona bulaştıramamıştı anlaşılan.
Bütün gün new york city ‘nin sokak
ve caddelerinde dolaştılar. Meltem ‘in tanıdığı ve Türklerce işletilen
restoran, cafe ve işyerlerine uğrayıp Ali ŞİMŞEK ‘i sordular. Kimseden bir
yanıt alamadılar. Hasan girdikleri her yerde özellikle lafa dalıyor, kendini
göstermeye gayret ediyordu. Belki yüzünü tanıyan biri çıkar umuduyla. Ancak gün
boyu kimse daha önce onu gördüğünü hissettirmemişti.
Akşam eve döndüklerinde Meltem ve
Bertha arasında küçük dozlu ama yüksek sesli bir tartışma yaşandı. Meltem Hasan
hakkında yalan söylemiş, onun bir akrabası olduğunu ve iş bulmak amacıyla
Türkiyeden geldiğini ve sabah ayrılacağını anlatmıştı. Ortalık sakinleşince
Hasan kaldığı odadan çıkmış, Meltem i kahve hazırlarken mutfakta bulmuştu.
Hasanın geldiğini duyan Meltem arkasını bile dönmeden “senin yüzünden kafein
bağımlısı oldum” dedi.
“yalnızca bir günde seni kafein
bağımlısı yapabildiysem, sandığımdan daha da önemli bir adamım demektir” Hasan
espri yaparak evdeki gerginliği atmaya çalışıyordu. Aynı zamanda gün boyu asık
olan suratı nedeniyle Meltem’den özür diliyor gibiydi.
Balkona çıktıklarında “kafein
bağımlılığı kanser yapmıyor, rahat olabilirsin” diyerek Meltem ‘i konuşturmak
için tahrik etmeye çalıştı.
Meltem oyuna gelmediğini göstermek
için yapmacık bir gülümseme ile cevap verdi. Sigarasından derin bir nefes aldı
“biliyor musun, ailecek tatile çıkmak en büyük keyfimizdi ve her sene datçaya
giderdik, babam ordu evlerinde tatil yapmayı hiç sevmezdi, yıllarca Ağustos
sonu Eylül başı Datçaya ve aynı pansiyona gittik, tabi sonraları babamın
rütbesi arttıkça güvenlik sorunları bahane edildi ve komutanlıktan uyarı geldi,
zaten gemi ve sonra filo komutanı olunca tatil keyfimiz de sona erdi” bir
sigara daha yakarak devam etti “tatile gideceğimiz sabah 4 te babam bizi
kaldırırdı. O gece hiç uyumaz biz uyurken arabayı hazırlar, valizleri taşır
herşey tamam olunca da bizi uyandırırdı.
Güneş doğmadan yola çıkardık, ben daha Ankaradan çıkmadan uyur Denizliye
varmadan da uyanmazdım. Denizli girişinde büyük bir konaklama tesisi vardı. Her
defasında orada kahvaltımızı yapardık” bunları anlatırken meltemin yüzünden
hasret, acı ve mutluluk ifadeleri karışık olarak geçiyordu. Birden yeniden
neşelendi “yarın güneş doğmadan yola çıkalım mı?”
Oysa Hasan, gidip gitmemek
konusunda bile kararsızdı, oysa giderse bile Meltemi yanında götürüp
götürmemeyi düşünmemişti bile. Ama Meltem o kadar heyecanlıydı ki;
“termosun varsa yarın sabah 4 ‘de
yoldayız”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder