18 Kasım 2015 Çarşamba

8. BÖLÜM

 “çok şanslısınız en son kiraladığınız araç bu sabah Boston daki şubemizden döndü, yeniden o aracı almak ister misiniz?”
Meltem, hasanın ruh halinin börek mevzusundaki gibi değiştiğini fark etti. Bu adamın anlatması gereken önemli bir hikâyesi vardı ve bugün bitmeden bunu duymak istiyordu.
Bir firma görevlisi valizlerin taşınmasına da yardım ederek, onları aracın bulunduğu otoparka kadar götürdü. Yaptığı hizmetin karşılığını alarak anahtarı teslim etti ve iyi günler diledi. Hasan aracın başına geldiğinde bir saniye kadar hareketsiz arabayı seyretti. Hiçbir şey ifade etmiyordu.
“iyi misin?” meltem içinde bulunduğu merak duygusuna artık teslim olmuştu. “iyiyim” duraksadı  “aslında iyi miyim bilmiyorum ama sana anlatmam gereken önemli şeyler var”
“biliyordum” sesi bir çocuk gibi çıkmıştı. Haklı olmanın verdiği heyecanla “sende büyük bir hikâye olduğunu biliyordum”.
Valizleri bagaja yerleştirerek Meltemin yardımcı pilotluğunda yola çıktılar. Arabadaki nevigasyonu gördüğünde Meltem “artık bana ihtiyacın olmayacak, arabadaki hanım efendi gitmek istediğin yerleri tarif eder nasılsa” sahte bir kıskançlık barındıran cümlesi Meltemin bile kulağını tırmalamıştı. Gereksiz bir espri yaptığını düşünerek bir süre susmayı denedi. Zoraki gülümseyen Hasan o anda arabanın içinde tanıdık bir şeyler arıyordu. Ancak anılarını ya da hafızasını tetikleyecek hiç bir şey bulamadı. Meltemin şehir dışında bulunan evinin önüne geldiklerinde yaklaşık yarım saattir hiç konuşmadıklarını fark etti. Hasan yine düşünce dünyasında başına gelen olaylar hakkında senaryolar üretip durmuştu.
“ne güzel bir yer, insan Amerika’da böyle bir yer olduğunu hayal edemiyor”
“nasıl yani anlayamadım”
“Amerika deyince hep akla yüksek katlı binaların yer aldığı beton yığını şehirler geliyor, ancak burası hayallerimizdeki Amerika fikrine çok ters gibi görünüyor”
“burası şehir merkezine bağlı bir kasaba, tıpkı Türkiye deki gibi şehir merkezinden uzak yaşamayı tercih edenlerin yaşadıkları bölge, Büyükçekmece, Kemerburgaz ya da Boğazköy gibi düşünebilirsin”
“şehre uzak olduğu için de kiralar da daha ucuz tabi”
“e haliyle, ben de zaten bunun için tercih ettim diyebilirim”
Yeniden gülüştüler. Meltem, hasanın sessiz kaldığında başka bir dünyaya gittiğini fark etmişti. “e hadi durma zamanı değil, eşyaları taşımama yardım edersen, ben de sana süper bir makarna yaparım”
“hiç tanımadığın bir adamı, yalnız başına eve davet ediyorsun”
“birazdan bertha ‘yı gördüğünde pek de yalnız olmadığımı anlayacaksın” Meltemin sesi neşe içinde çıkıyordu. Hasan da bu neşeden nasibini aldı.
“bu kadar yol gelmenin ve eşyalarını taşımanın karşılığında makarna yiyeceğimi bilmek içimi ferahlattı”
“istersen omlet de yapabilirim, tercih senin”
“bak şimdi rahatladım işte”
Bertha, beklenmedik misafiri görünce hoşnut olmadığını açıkça belli etmişti. Evde, İri kıyım bir siyahinin varlığı ise Meltemi rahatlatıyordu. Neticede bu adamı tanıyalı 24 saat olmamıştı bile. Ama nedense Hasan ‘a güvenmişti. Meltem, 2 ev arkadaşıyla birlikte 3 odalı apartman dairesinde kalıyordu. Diğer ev arkadaşı da bir Türk’tü ve bir süreliğine memleketine gittiğinden odası boştu.
“işte bizim öğrenci evimiz de burası, bertha benimle aynı okulda mastır öğrencisi, diğer ev arkadaşım Tülay yabancı dil öğrenmek için Amerika’da bulunan bir Türk”
“Tülay deyince benim aklıma Norveçli olabileceği gelmişti, demek bir Türk” kötü espriler yapmaya başladığını anlayınca Hasan kontrolünü kaybettiğini fark etti. Bu kızda her ne varsa onun yanında gerçekten rahat ve huzurluydu.
“sana bir şey sormak istiyorum” Hasanın sesi ciddi bir konudan bahsedeceğini belli etti.
“ciddi konulara gireceksek, lütfen yemekten sonra kahve içerken yapalım bunu”
Hasan itiraz etmedi. Meltem makarna için tencereye su doldururken Hasan büyük bir dikkatle onu izliyordu.
Yemekten sonra, Kahveyi balkonda içmeyi teklif eden Meltem ‘in niyeti saatlerdir uzak kaldığı nikotine bir an önce kavuşmaktı. Meltemin sigara içtiğini gören Hasan çok şaşırmıştı. Nedense sigaraya karşı hatırı sayılır bir antipatisi olduğunu fark etti.
“nasıl içiyorsunuz bunu” sesi düşmanca olmaktan çok koruyucu bir tınıyla çıkmıştı.
“nefret etmek ile çok sevmek arasında bir şey, her gece nefret ederek yatar, her sabah büyük bir aşk ile içersin” Meltemin basit konuları böyle dolaylı ve süslü şekilde anlatıyor olması Hasanın çok hoşuna gidiyordu. Laf olsun diye konuşmuyor diye geçirdi içinden.
“amacım seni kınamak değil, hayatım boyunca içmedim” ya da öyle olduğunu sanıyordu. Hiç sigara içmediğinden emin bile değildi. “sigara içen birini anlamam mümkün değil tabi ki, ancak yine de ortaya çıkaracağı problemleri bile bile içebiliyor olmak bana tuhaf geliyor”
“biliyor musun bundan bir asır önce sigara eczanelerde satılıyormuş” hasan, Meltemin yine dalga geçiyor olduğunu düşündü.
“inan bana, sigaranın ağrı kesici özelliği olduğunu düşünmüşler. Ve esrar da bu şekilde satılmış”
“gerçek olamayacak kadar saçma geliyor kulağa”
“hadi ama seni neden kandırayım, evet bugün sigaranın tüm zararları biliniyor ancak bir asır kadar önce sigara içmek prestijli bir eylemmiş”
Hasan dudak büktü. İnanmıyor muydu inanmak mı istemiyordu bilemedi. “bunlar sigara içenlerin uydurduğu şeyler omasın”
“bilmiyorum, ama bildiğim bir şey var ki sigara çok büyük bir endüstri. Çok büyük paralar dönüyor ve sigara içilmesini teşvik etmek için filmlerde gizli reklamlar yapılıyor, bir jön sigara yaktığında yüzbinlerce kişinin sigara ihtiyacı tetikleniyor”
Hasan ilgiyle dinliyordu.
“sigara dünyanın en tehlikeli bağımlılığı, ancak gariptir ki sigaranın madde bağımlılığı çok etkin değil, en önemli bağımlılık psikolojik olarak yaratılanı”
Hasan bunu tam olarak anlayamadı ki bunu tam ifade edecekken Meltem kaldığı yerden devam etti.
“şöyle düşün, sigaranın maddesel bağımlılığı, yani içmediğinde yaşadığın yoksunluğa ait belirtiler bir iki haftada ortadan kalkıyor, ancak psikolojik olarak bağımlılığın yıllarca sürebiliyor, bu yüzden sigarayı bırakıp çok uzun süre içmeyen biri yıllar sonra bir nefes çekerek kaldığı yerden devam edebiliyor”
“bunu ilk kez duyuyorum ama kulağa çok mantıklı geliyor. Mesela sigara içen biri ramazan da saatlerce sigara içmiyor ve sigara yoksunluğu çektiğini ifade etmiyor. Çünkü muhtemelen çekmiyor,  ama ezan okunduktan sonra yemek masasından kalkmadan sigarasını yakabiliyor”
“aynen öyle” yeniden gülüştüler, Hasan kahvesinden son yudumu alıp asıl meseleye dönmeye niyetlendi. Meltemle yıllarca bu şekilde sohbet edebilirdi. Fakat kafasındaki soruları çözmeden, kim olduğunu öğrenmeden ne ona ne de kendisine faydası olamayacağını biliyordu.
“ben birini arıyorum, bir Türkü” Meltemin bir anda tüm algıları keskinleşti.
“kimi?” cevabı olan bir sorudan çok Hasanı anlatmaya teşvik etme amacıyla ifade edilmişti.
“adı Ali ŞİMŞEK ve hakkında başka hiçbir şey bilmiyorum”
Meltem arkasına yaslanarak derin bir nefes aldı “bence en başından başla anlatmaya çünkü yalnız bir isimle hiçbir yere ulaşamayız” sesinde yardım edeceğini belli eden bir şeyler vardı.
“o zaman bana bir fincan kahve daha vermen gerekecek” hasanın derdi kafasını toplamak için birkaç dakika yalnız kalmaktı.
Tazelenmiş fincanlardaki kahve içilemeden soğudu. Çünkü Hasanın anlatırken yaşadığı gerginliğe Meltemin dinlerken yaşadığı heyecan eşlik etmişti. Ve biri anlatır biri dinlerken yalnızca nefes aldılar.
“vay anasına” dedi, sonra da bunu söylemenin utancıyla özür diledi Meltem. “yani sen şuan kim olduğunu da dahil olmak üzere, hiç bir şey bilmiyor ve hatırlamıyorsun, elindeki tüm veriler adının hasan olduğu, Amerika’ya birlikte geldiğinizi düşündüğün Ali Şimşek, New York ve Boston da bulunduğunuz ve senin yurda tek başına döndüğün ve sonra hiç bilmediğin bir yerde uyandığın ve hiç bir şey hatırlamadığın”
“kabaca böyle” kabaca diyordu ama para ve silah dışında başkaca bir ayrıntı da yoktu.  Meltem, ince olduğu için daha az zararlı olduğunu düşündüğü slim sigarasından bir tane daha yaktı. Buz gibi olmuş kahveyi dudaklarına değirdiğinde yüzünü ekşitti. “sıcak bir fincana ne dersin” meltemin davetkar ses tonu Hasanı kendine getirmişti. Yaşadıklarını anlatırken elindeki fincanı unutmuş, öylece soğumaya terk etmişti.
 “yapacak daha iyi bir işim olmadığına göre, sıcak kahve iyi bir fikir gibi görünüyor” yeniden gülüştüler ve Meltem kahveleri doldurmaya gitti.
“yapacak bir işin ve gidecek bir yerin olmadığına göre bu gece buradasın, eminim Tülay döndüğünde çarşafları değiştirmek isteyecektir” meltem elinde kahve fincanları ile dönmüş, daha kahve makinesine ulaşmadan geceyi burada geçirmesini teklif etmeye karar vermişti. Tek sorun Bertha idi. Bertha evdeki en eski kiracıydı ve kira anlaşması yapılırken eve misafir getirilmemesi konusunda katı kurallar konulmuştu. Bu sorunu şimdilik Hasan ile paylaşmamayı uygun gördü. Bertha birazdan yarı zamanlı çalıştığı restorana gider ve o döndüğünde Hasan çoktan uyumuş olurdu. Sabah bir şekilde anlatırım artık diye kendi kendini ikna etti.
           Hasan yolculuğun etkisiyle olacak –yoksa meltem ile aynı çatı altında olmanın huzuruyla mı?- yaklaşık 13 saat kesintisiz bir uyku çekti. Sabah 10 ‘da uyandığında evde yalnız olduğunu fark etti ve tedirgin oldu. Birkaç dakika sonra kapıdan gelen anahtar sesi ile tedirginliği yerini tekrar güvene terk etmişti. Meltem elinde kurvasan paketi ile eve girerken tebessümle dolu yüzü ile günaydın dedi. Bu kızın enerjisi bana geçiyor diye düşündü Hasan. Oysa ne büyük acılar çekmişti. Ancak güçlü kişilikte insanlar ağır bir depresyona girmeden böyle süreçleri atlatabilirdi. Onu çekici kılan bu güçlü yanı mıydı ya da parlak zekâsı mı? Karar veremiyordu.
 “burada kahvaltı böyle, peynir, zeytin, yumurta yemez bunlar e biz de domuz pastırması yemeyince geriye kuruvasandan başka bir şey kalmıyor” hasan şekersiz içtiği kahvenin yanında sabahları tatlı hamur işleri yemeyi sevdiğini fark etti. Her gün yeni bir şeyler öğreniyordu kendi hakkında. Kahve, kurvasan ve meltem, bu sabah gerçekten gün aydındı onun için.
 Öğlen olmadan evden çıkmışlar ve binası şehir merkezinde bulunan elçiliğe uğramışlardı. Ali Şimşek isminde iki kişiye ilişkin bilgiye ulaştılar. Biri yeşilkart sahibi bir ailenin Amerika’da dünyaya gelmiş 5 aylık bebeği, diğeri ise 3 sene önce Amerika’da vefat etmiş ve vasiyeti gereği Türkiye’de toprağa verilmiş 70 lerinde bir adam.
Elçilik yetkilisi, bir türkün Amerika’ya gelmiş olsa bile elçilik ile temas kurmaması halinde bilgilerinin olamayacağını, ülkeye giriş çıkış yapan Türklerle ilgili kayıtların ise yalnızca Amerikan içişleri bakanlığınca tutulduğunu ve mahkeme kararı olmaksızın asla göremeyeceklerini dile getirdi. Sonuçta hiçbir bilgiye ulaşamadan asık bir suratla elçilikten çıktılar.
“öğlen yemeği benden” Meltem, Hasanın moralini düzeltmeye çalışıyordu. “ama öyle büyük hayaller kurma, beşinci cadde üzerinde sosisli satan bir amca var ki, zannedersin Amerikalı ama aslen Adanalı yanık teninden dolayı melez olduğunu zannediyor herkes”
Şuan çok ta yemek yiyesi yoktu Hasanın ama Meltem’in teklifini geri çevirmenin çok kaba bir davranış olacağını biliyordu. Arabayı elçilik yakınındaki otoparkta bırakarak beşinci caddeye kadar yürüdüler.  Meltem türlü oyunlarla Hasan’ı neşelendirmeye çalışıyordu ama Hasan. elindeki tek şansı olan elçilikten herhangi bir bilgi alamadan çıkmanın hayal kırıklığında yaşamaya devam ediyordu.
“adem amca” gide gele ahbap oldukları belliydi. “sus kızım” Adem isminin söylenmesinden hoşlanmamışa benziyordu. “kırk kere söyledim sana Adam [edım] diyeceksin bana diye” tatlı sert fırçalıyordu Adem amca Meltemi.  Meltem ve Adem amca gülüştüler ve sarıldılar.
“Nerelerdesin, bir süredir görünmüyordun yine, dersleri astın, Türkiyeye kaçtın değil mi? Seni kaçak” “Sonra anlatarım adem amca, bu Hasan, Türkiyeden birlikte geldik”
“Hoşgeldiniz, seni de peşine takıp Türkiyeden zorla getirdiyse şaşırmam” Adem Amca şimdide Hasana sataşıyordu. Neşe dolu bir ihtiyar diye geçirdi aklından. Yaşıtlarının emekli olduğu yaşlarda hala sokakta ekmek parasının derdinde diye geçirdi aklından. “hoş gördüm” diye cevapladı Hasan “o getirmedi benim gelmek için bir sürü nedenim vardı”  
“adem amca şöyle Müslümanlar için yaptıklarından, iki kocaman sosisli istiyoruz. Hardala acıma ama” sonra Hasana döndü “sahi hardal seviyorsun di mi?” Hasan başıyla onayladı. Sonra Meltem tekrar Adem amcaya dönerek “sen kaç yıldır burada sosisli satıyordun”
“19 seneyi geçti kızım” gururla çıkmıştı ağzından, sonra Hasan’a döndü adem amca“sen ne için düştün buralara”
“aslında ben birini arıyorum Adem amca, sana sorsam yardımcı olur musun?” adem amca kaşlarını çattı “her sene birileri geliyor birilerini arıyor buralarda ve bir çoğundan cinayet çıkıyor daha sonra, sen de mi kanlını aramaya geldin” yıllar içinde kırılmış Türkçe ile söylenince öfke dolu bu cümle bile komik gelmişti Hasan’a.
“yok be adem amca, Hasan bir dostuna ulaşmaya çalışıyor, telefonunu adresini kaybetmiş” sonra hınzırca Hasan ‘a dönüp “onu öldürmek için aramıyorsun di mi?”
Soslileri ayak üstü yedikten sonra amaçsızca yürümeye başladılar. Meltem ne yaptıysa Hasan ‘ı kendi psikolojik seviyesine çıkarmayı başaramamıştı ve böyle durumlarda olduğu üzere onun psikolojik seviyesine inmiş ve suratı düşmüştü. “eğer” dedi Meltem “Ali Şimşek, New York sokaklarında gezmiş olsaydı emin ol Adem amca onu tanırdı” nereye varmak istiyor diye düşündü Hasan yoksa o da mı kendi gibi düşünüyordu.
“bence yarın Boston ‘a gitmeliyiz” derin bir nefes aldı Hasan. Meltem çok farklı bir boyuttaydı. Henüz paranoyasını ona bulaştıramamıştı anlaşılan.
Bütün gün new york city ‘nin sokak ve caddelerinde dolaştılar. Meltem ‘in tanıdığı ve Türklerce işletilen restoran, cafe ve işyerlerine uğrayıp Ali ŞİMŞEK ‘i sordular. Kimseden bir yanıt alamadılar. Hasan girdikleri her yerde özellikle lafa dalıyor, kendini göstermeye gayret ediyordu. Belki yüzünü tanıyan biri çıkar umuduyla. Ancak gün boyu kimse daha önce onu gördüğünü hissettirmemişti. 
Akşam eve döndüklerinde Meltem ve Bertha arasında küçük dozlu ama yüksek sesli bir tartışma yaşandı. Meltem Hasan hakkında yalan söylemiş, onun bir akrabası olduğunu ve iş bulmak amacıyla Türkiyeden geldiğini ve sabah ayrılacağını anlatmıştı. Ortalık sakinleşince Hasan kaldığı odadan çıkmış, Meltem i kahve hazırlarken mutfakta bulmuştu. Hasanın geldiğini duyan Meltem arkasını bile dönmeden “senin yüzünden kafein bağımlısı oldum” dedi.
“yalnızca bir günde seni kafein bağımlısı yapabildiysem, sandığımdan daha da önemli bir adamım demektir” Hasan espri yaparak evdeki gerginliği atmaya çalışıyordu. Aynı zamanda gün boyu asık olan suratı nedeniyle Meltem’den özür diliyor gibiydi.
Balkona çıktıklarında “kafein bağımlılığı kanser yapmıyor, rahat olabilirsin” diyerek Meltem ‘i konuşturmak için tahrik etmeye çalıştı.
Meltem oyuna gelmediğini göstermek için yapmacık bir gülümseme ile cevap verdi. Sigarasından derin bir nefes aldı “biliyor musun, ailecek tatile çıkmak en büyük keyfimizdi ve her sene datçaya giderdik, babam ordu evlerinde tatil yapmayı hiç sevmezdi, yıllarca Ağustos sonu Eylül başı Datçaya ve aynı pansiyona gittik, tabi sonraları babamın rütbesi arttıkça güvenlik sorunları bahane edildi ve komutanlıktan uyarı geldi, zaten gemi ve sonra filo komutanı olunca tatil keyfimiz de sona erdi” bir sigara daha yakarak devam etti “tatile gideceğimiz sabah 4 te babam bizi kaldırırdı. O gece hiç uyumaz biz uyurken arabayı hazırlar, valizleri taşır herşey tamam olunca da bizi uyandırırdı.  Güneş doğmadan yola çıkardık, ben daha Ankaradan çıkmadan uyur Denizliye varmadan da uyanmazdım. Denizli girişinde büyük bir konaklama tesisi vardı. Her defasında orada kahvaltımızı yapardık” bunları anlatırken meltemin yüzünden hasret, acı ve mutluluk ifadeleri karışık olarak geçiyordu. Birden yeniden neşelendi “yarın güneş doğmadan yola çıkalım mı?”
Oysa Hasan, gidip gitmemek konusunda bile kararsızdı, oysa giderse bile Meltemi yanında götürüp götürmemeyi düşünmemişti bile. Ama Meltem o kadar heyecanlıydı ki;

“termosun varsa yarın sabah 4 ‘de yoldayız” 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

GİRİŞ

Polisiye kurgu kısa öykü türündeki bu yazımda yer alan kişilerin ve olayların gerçek kişi ve olaylarla hiç bir ilgisi yoktur. iyi okumal...