Uçak biletini aldıktan sonra bir süre istiklal caddesinde
dolaştı. Havanın güzel olduğu bir günde istiklal caddesinin boş olmasını
beklemek saftilik olurdu diye geçirdi aklından. Yürümek için bir boşluk bulmak
çok zordu. Her milletten ve her türlü yaşam formundan insan vardı sanki. Bütün
dünyanın küçük bir örneklemi gibi dedi içinden gülümseyerek. Belki de bu
renklilikti hayatı güzel kılan. Ama aynı zamanda tüm savaşların ve tüm katliamların
nedeniydi de. Farklı din ve farklı ırktan olmak ve bu din ve ırkların bir
diğerine yaşam hakkı tanımıyor olması.
Tramway ın kullakları iğneleyen
zil sesiyle irkilerek rayların ortasından gittiğini farketti. O kadar
kalabalıktı ki yürüdüğü yolda raylarının olduğunu fark etmemişti bile.
Galatasaraya gelmeden hemen önce istiklal caddesinin tünele doğru
istikametindeki sol tarafında ev yemekleri yapan büyük restuaranta girdi. Yemek
kokularını alır almaz ne kadar acıktığını anladı midesinden gelen gurultuyla
birlikte. Kendi yemeğini alarak oturduğun self servis tarzında bir resturaunt
olduğunu görünce kendini yemekhane sırasında beklerken üniversite yıllarında
olduğunu varsaydığı görüntü canlandı zihninde belli belirsiz. Yemek boyunca,
yemakhane sırasında kendini gördüğü o görüntüyü tekrar zihninde canlandırmak
için çok çabaladı. Sanki bir fotoğraf karesi gibiydi, siyah beyaz ve hareketsiz
bir görüntü. Metal bir tezgah arkasında
beyaz önlükler içinde üç görevli yemek dağıtıyordu, sırada bekleyenler in
üzerindeki kıyafet renklerini ayırt edemiyordu ya da herkes aynı renk
giyinmişti.
Yemek sonrası istiklal caddesinin
kalabalığı içinde yürümeye çabalarken kafein ihtiyacı yeniden nüksetti. Bu
sefer espresso yerine filtre kahvesini paket olarak alıp tünele doğru yürümeyi
yeğledi. Yerde bağdaş kurmuş gitar çalan gencin önündeki enstrüman kutusunun
içine para üstü olarak verilen
bozuklukları bıraktı. Çocuğun yüzündeki gülümseme bir an olsun içini
rahatlatmıştı. Taksime adını veren elektrik dağıtımının yapıldığı meydanda bir
hareketliliğin olduğunu görenler o yöne doğru bakıp koşuşturmaya başlamışlardı.
Birden Hasan da o yöne doğru hızlı adımlarla seyirtti. Polis müdahelesi
olduğunu görünce şaşırmadı. Yine birşeylere kızmış genç bir grup istiklal
caddesinde yürümek istemiş, polis buna müsaade vermemişti.
“pis herifler hergün ülkeyi
karıştırmak için yeni bir bahane bulmakta zorlanmıyorlar” kendi kendine
söylediği bu sözü duyunca irkildi. Nedense taraf olmuştu. Oysa eylemci
gençlerin ne istediğini bilmiyordu bile. Sadece kızmıştı, nedensiz, bilmeden.
Kamplaşma böyle birşeydi. Taraflar birbirini dinlemeye bile tenezzül etmez,
Sadece düşmanlık duyardı. Her kesimin bir diğerine düşman olmak için haklı
gerekçeleri her daim hazırdı sanki. Polis göz altılara başlamıştı, onlarca
polis 3-5 genci yerde sürükleyerek götürüyor iken istemesine rağmen bu gençlere
acıyamadı.
Yolculuğa
çıkmadan önceki 2 gün boyunca İstanbul içinde dolaşıp durdu. Birinci gün
Kadıköy bostancı Üsküdar, ertesi gün Bakırköy Yeşilköy Florya. Denize yakın olmak
ve iyot kokusu solumak rahatlatıcı bir etkiye sahipti. Vakit öldürdüğü yerleri
bu nedenle seçmiş olmalıydı. Yola çıkmadan önceki öğleden sonra, ülkede tamamı
yerli sermayeli son özel bankanın Bakırköy deki şubesine gitti. Elindeki banka
kasa anahtarının buraya ait olduğu yazıyordu. Görevli ile birlikte kasaların
bulunduğu bölüme indiler ve kasayı çıkararak görevli Hasan ‘ı yalnız bıraktı.
İlk gün dolabı açarken yaşadığı heyecanı yaşamıyordu ama yine de merak
heyecanını tetiklemişti. Kapağı kaldırdığında Kasa da yalnızca para olduğunu
gördü. Her birinin üzerinde 100 bin dolar yazılı bantlara sarılmış tam 10 adet
deste. 1 milyon dolar diye geçirdi içinden. Bu para neyin nesiydi ya da neyin
karşılığında ona verilmişti. Bu büyüklükte bir miktarın helal para olmayacağına
emindi ama şuan bunu düşünecek zaman
değildi. Amerika’da ihtiyaç duyacağı birer desteyi ceketin sağ ve sol iç
ceplerine yerleştirdi.
X-ray den geçerken amerikada
silaha ihtiyaç duyup duymayacağını merak etmişti ama ihtiyacı olacaksa bile havalimanındaki
güvenlikten silahla geçmenin mümkün olmayacağını düşündüğü için zaten yanına
alamamıştı.
Bir saat sonra havalanması
planlanan uçağa binmek için vip bekleme salonunun deri koltuklarında günlük
gazetelere göz atıyordu. Gazeteler tek bir elden çıkmışçasına manşetler
atmıştı. Ülke gündemi hayli gergin diye geçirdi içinden. Oysa bekleme
salonundakiler içki, kahve yudumluyor keyifle sohbet ediyorlardı ve içlerinden
en az bir ikisi bürokrat veya milletvekili olmalıydı. Vip bekleme salonlarında
yüksek mevkiden birileri her daim görülürdü. Bu adamlar bu ülkede yaşamıyor
olmalı dedi sırıtırak.
“afedersiniz anlayamadım” az
önceki kelimeler sesli olarak dökülmüştü Hasan ın dudaklarından. Birbirine
sırtı dönük koltukların ters tarafında bulunan genç ve güzel kadın Hasan ‘ın
kendiyle konuşmaya çalıştığını sanmıştı. “özür dilerim kendi kendime
konuşuyordum”
“önemli değil” dedi genç kadın.
“madem okumanızı böldüm, size bir şey sormama izin verir misiniz?” Hasan
konuşmaya susamıştı. Kimle ya da ne konuştuğunun hiç önemi yoktu. Çünkü sessiz
kaldığı dönemlerde beyni sürekli içinde bulunduğu durumla ilgili senaryolar
üretiyordu. Ve ondan kurtulmanın en güzel yanı biriyle ya da kimseyi bulamazsa
kendi kendiyle konuşmaktı.
“uzun süredir ülke dışındaydım.
İşlerimin yoğunluğu nedeniyle de ülke gündemini pek takip edemedim, şimdi
gazetelere bakıyorum da ülkede büyük bir siyasi ve toplumsal kaos var gibi”
Genç kadın gülümsedi “sanırım
uzun bir süredir uzaklardasınız” hasan gülümseyerek onayladı.
“ülkede siyaset temelli bir
sosyal bir ayrışma oluştu, iktidar partisi taraftarları ile siyasi görüşleri ne
olursa olsun ona karşı olanlar siyaseten cepheleştiler. Hergün yeni bir gündem
ile uyanıyor türkiye, işin ilginç tarafı farklı siyasi düşüncede olanlar, yani
geçmişte birbirlerine muhalif olanlar şimdi iktidar partisine karşı bir araya
gelmiş gibiler” hasan aç bir kurt misali hazmetmeye çalışıyordu duyduklarını.
Genç kızın bir anlık sessizliğinden yararlanarak “sanırım gazeteler pek
ayrışmamış, hepsi aynı tarafta görünüyor” sehpanın üzerindeki gazeteleri
gösteriyordu hasan.
Genç kız yine güldü “maalesef
kamplaşmanın oluşmasında bu da önemli bir sorun, burada gördüğünüz gazeteler
iktidara yakın gazeteler ve özellikle seçilip konuluyor, muhalif basın buralara
giremiyor”
“nasıl yani” dedi hasan şaşırarak
“burası Türk hava yollarının işlettiği bir bekleme salonu iktidarla ne ilgisi
olabilir ki” gerçekten şaşırmıştı Hasan.
“aslında, olaya o tarafın gözüyle
bakarsanız bu harekete meşru bir dayanak bulmak mümkün. Zira muhalif gazeteler
çoğu zaman ölçüsüz davranıyor”
“ancak bu yine de özgür basının
sansürlenmesi anlamına gelmez mi?” hasan sinirlendiğini fark etti.
“elbette. Bakın şöyle özetliyim
iktidara taraf olanlar iktidarın yaptığı her şeyi sorgusuz sualsiz destekliyor.
Diğer taraftakilerde aynı şekilde sorgusuz sualsiz eleştirebiliyor”
“tam bir cepheleşme durumu yani,
çok tehlikeli değil mi?”
“aslında daha o safhaya gelmedik
ve ben kendi adıma geleceğini de düşünmüyorum Hegel ‘in diyalektik metodundaki
tez-antitez-sentez dönemindeyiz. Sadece ülke şuan ikinci aşamada. Üçüncü
aşamaya geldiğimizde sağlıklı bir sosyal yapı ve siyasal hayatımız olacak gibi
görünüyor”
Hasanın gözlerinden bir şeyler
geçtiğini gören genç kız “özür dilerim sanırım biraz teknik açıkladım, mesleki
hastalık”
“rica ederim çok iyi anladım.
Hegel ‘i ve diyalektik metodu bilirim. Sadece şaşırdım. Kurduğunuz bir cümle
ile ülkenin 80 yıllık geçmişini özetlediniz ve hatta gelecek 80 yılına ilişkin
bir tespitte bulundunuz. Yalnızca özümsemeye çalışıyorum. Bu birikimi neye
borçlusunuz merak ettim doğrusu”
Kız mahcup olmuştu ama duydukları
akademik egosunu okşamıyor değildi “özür dilerim kendimi tanıtmadım adım
Meltem, ODTÜ de öğretim görevlisiyim, New York şehir üniversitesinde Doktora
yapıyorum ve aynı zamanda misafir öğretim görevlisi olarak çalışıyorum”
“rica ederim aslında benim hatam
balıklama konuya daldım. Hasan KAYA, bu aralar serbest çalışıyorum. Ve sanırım
aynı uçakta olacağız.”
Sonrasında filtre kahve
makinesinden aldığı yeni demlenmiş koca birer kupa kahveyi yudumlarken havadan
sudan konuştular. Hafızasını kaybetmesi sonucu unuttuğu her şeyi yeniden
öğrenmeliydi, siyasetten sanata, spordan edebiyata yarım saate yakın aklına
gelen tüm soruları sordu ve Meltem bir öğretmen sabrıyla Hasanın kaçırdığını
düşündüğü şeyleri anlatmaya gayret etti.
Aslında Meltem’ de çok keyif
almıştı bu sohbetten. Karşısındaki adam 5 yaşında çocuk gibi durmadan sorular
soruyordu ama soruların cevabını bir yetişkine vermenin rahatlığı ile hareket
edebiliyordu. Doğru kelimeleri seçmek için zorlanmadı. Hasan ‘ın iyi eğitim
görmüş ve kendini yetiştirmiş biri olduğu belliydi. Sadece hayatının son on
yılını Guatemala hapishanesinde geçirmiş bir yükümlü misali dünya da ve Türkiye
de olup bitenden habersiz yaşamıştı.
Hasan, Uçağa bindiğinde 1 sınıf
bölümüne geçti ve oturdu ama kendini çok yalnız hissetti. Uçak daha
havalanmadan -rica minnet- kabin görevlisinden Meltem in yanında bulunan yolcu
ile yerlerinin değiştirilmesini kabul ettirdi. Kendisiyle yer değiştirmeyi
kabul eden adam halinden çok memnundu. Meltem hasan ‘ı görünce uzun bir
yolculuk olacağa benziyor diye geçirdi aklından. Oysa bilinçaltında duyguları
sevinçle birbirini kucaklamıştı.
Meltem ‘in hafif bir uykuya
daldığını görünce rahatsız etmeden onun önünde bulunan dergiyi alarak karıştırmaya
başladı. Pilot Türk Hava sahasından ayrıldıklarını anons ettiğinde Popüler
Bilim dergisinin Haziran sayısındaki kapak konusu 10 harika uzay projesi isimli
makaleyi okuyordu. Dergiyi kucağına bırakıp hafifçe gözlerini kapadı. İnsanoğlu
yıllardır uzay denilen bilinmezin şifrelerini çözmek için milyarca dolar para
harcadı diye geçirdi aklından. Oysa daha içinde yaşadığımız dünyanın tüm
gizemlerini çözmemişken bütün enerjinin uzaya harcanması fikri hep garip
gelmişti Hasan’a. Meltem uyanık olsaydı yeni bir tartışma konumuz olurdu diye
gülümserken istemsizce uyku haline geçiş yaptı.
Pilotun Macaristan üzerinde
olduklarını ilettiği yeni anonsu ile uyandı. Bir an nerde olduğunu
anlayamayarak yerinde sıçradı. “iyi misin?” soruyu soran güzel kadını tanıyordu.
“sanırım kötü bir rüya” zoraki gülümsemeye çalıştı. Birkaç saniye sonra kendine
geldiğinde acıktığını hissetti.
“hostesi çağırıp yiyecek bir
şeyler almayı düşünüyorum, ne dersin?”
“benim daha iyi bir fikrim var,
yemekler benden ama kahveye karışmam” Meltem bacakları arasındaki sırt
çantasından orta boy bir saklama kabı çıkarıp kapağını açtı.
“hazır gıdalardan nefret ederim,
ama börek açmayı hala öğrenemedim” Hasan kendi esprisine gülerken Hostesi
çağırmak için ikaz düğmesine bastı.
“Annem hala bir çocukmuşum gibi
davranıyor, elinden gelse koca bir koli ile yollayacaktı beni Amerika’ya.
Hâlbuki koli ne kadar büyük olursa olsun birkaç güne dondurulmuş gıdalara
mecbur olacağım. Yani bir öğün eksik, bir öğün fazla. Ama anne yüreği işte”
meltem çantasının ön gözünden çıkardığı peçeteye özenle sararak bir dilim
böreği Hasan’a uzattı.
“nasıl yardımcı olabilirim”
hostesin sesi son derece kibar çıkmıştı. Bir kahve ve bir çay ısmarlayarak
Melteme döndü.
“Üzgünüm kahve konusunda seni
yalnız bırakmak zorundayım, kafein keyfimi çözünebilir hazır kahve ile heba
edemiyorum”
“ilginç” meltem sesinde soru
işareti vardı “bu tür kahvelerin bir zararı olduğunu duymamıştım, aman annem de
duymasın”
“aslında ben de zararlı
olduklarına yönelik bir şey duymadım. Ama bir kere çekirdekten taze çekilmiş kahve
tadına aşina olunca instant adı verilen bu tarz hazır kahveler pek bir yavan
geliyor” Hasan kendisiyle ilgili emin olduğu tek konunun kahve konusundaki
takıntısı olduğunu hatırlayınca gülümsedi.
“aradaki fark nedir, yani hazır
kahveler de çekirdekten yapılmıyor mu?”
Hasan anlatacak bir şeyleri
olmasından mutluluk duyarak gururla başladı söze “instant kahveler kahve
çekirdeklerinin kaynatılması sonucu yüzeyde oluşan köpüklerin kurutulmasından
elde ediliyormuş, muş diyorum çünkü ben de başkalarının yalancısıyım” hasan
böreğinden bir lokma ısırmak üzereydi ki “köpükten mi, bu kulağa çok kötü
geliyor” Hasan börekten hala bir ısırık alamamıştı. “aslında kahvenin suda
erimediğini düşünürsek galiba haklısın” meltem tamamlamıştı kendi cümlesini,
Hasan bir kez daha böreği ağzına götürüyordu ki Meltem yine girdi araya,
“peki, Türk Kahvesinin olayı
nedir?”
“öncelikle Türk Kahvesi diye bir
şey yok, bu bir pişirme yöntemi, yani kahveyi Türk usulü pişirme yöntemi
diyebiliriz” meltem Hasanı konuşturuyordu ama kendisi yemekten geri durmuyordu.
“kahve çekirdeklerinin farklı
kalınlıklarda çekildiğini biliyorum. Örneğin filtre kahve için orta kalınlıkla
çekiliyor, espresso ve onun türevleri içinse daha ince olarak çekiliyor, Türk
Kahvesi ise bundan bile daha ince çekiliyor ve iki kere kavruluyor”
“yani çifte kavrulmuş” meltem
ağzı dolu bir şekilde konuşmuştu. Meltemin bu halini görünce Hasan aralarındaki
samimiyetin artmış olduğunu düşünerek içten içe sevinmeye başladı. “ee böreği
yemiyorsun hala, yoksa” meltem yaramaz çocuk gibi davrandığını düşünüp bir an
utandı.
“fırsat verseydin yiyecektim”
kahkahalarını bölen hostes olmuştu. Kahveyi ve çayı bırakarak afiyet olsun
dilekleri ile ayrıldı yanlarından.
Sessizlikten istifade böreği
ağzına götürdü Hasan. Ve tam o anda zihnin de yine bir anı canlandı. Elindeki
böreği ve çayı Meltem’e teslim edip onun meraklı bakışları altında hızla
tuvalete doğru yöneldi.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder