18 Kasım 2015 Çarşamba

6. BÖLÜM

Uçak biletini aldıktan sonra bir süre istiklal caddesinde dolaştı. Havanın güzel olduğu bir günde istiklal caddesinin boş olmasını beklemek saftilik olurdu diye geçirdi aklından. Yürümek için bir boşluk bulmak çok zordu. Her milletten ve her türlü yaşam formundan insan vardı sanki. Bütün dünyanın küçük bir örneklemi gibi dedi içinden gülümseyerek. Belki de bu renklilikti hayatı güzel kılan. Ama aynı zamanda tüm savaşların ve tüm katliamların nedeniydi de. Farklı din ve farklı ırktan olmak ve bu din ve ırkların bir diğerine yaşam hakkı tanımıyor olması.
Tramway ın kullakları iğneleyen zil sesiyle irkilerek rayların ortasından gittiğini farketti. O kadar kalabalıktı ki yürüdüğü yolda raylarının olduğunu fark etmemişti bile. Galatasaraya gelmeden hemen önce istiklal caddesinin tünele doğru istikametindeki sol tarafında ev yemekleri yapan büyük restuaranta girdi. Yemek kokularını alır almaz ne kadar acıktığını anladı midesinden gelen gurultuyla birlikte. Kendi yemeğini alarak oturduğun self servis tarzında bir resturaunt olduğunu görünce kendini yemekhane sırasında beklerken üniversite yıllarında olduğunu varsaydığı görüntü canlandı zihninde belli belirsiz. Yemek boyunca, yemakhane sırasında kendini gördüğü o görüntüyü tekrar zihninde canlandırmak için çok çabaladı. Sanki bir fotoğraf karesi gibiydi, siyah beyaz ve hareketsiz bir görüntü. Metal  bir tezgah arkasında beyaz önlükler içinde üç görevli yemek dağıtıyordu, sırada bekleyenler in üzerindeki kıyafet renklerini ayırt edemiyordu ya da herkes aynı renk giyinmişti.
Yemek sonrası istiklal caddesinin kalabalığı içinde yürümeye çabalarken kafein ihtiyacı yeniden nüksetti. Bu sefer espresso yerine filtre kahvesini paket olarak alıp tünele doğru yürümeyi yeğledi. Yerde bağdaş kurmuş gitar çalan gencin önündeki enstrüman kutusunun içine  para üstü olarak verilen bozuklukları bıraktı. Çocuğun yüzündeki gülümseme bir an olsun içini rahatlatmıştı. Taksime adını veren elektrik dağıtımının yapıldığı meydanda bir hareketliliğin olduğunu görenler o yöne doğru bakıp koşuşturmaya başlamışlardı. Birden Hasan da o yöne doğru hızlı adımlarla seyirtti. Polis müdahelesi olduğunu görünce şaşırmadı. Yine birşeylere kızmış genç bir grup istiklal caddesinde yürümek istemiş, polis buna müsaade vermemişti.
“pis herifler hergün ülkeyi karıştırmak için yeni bir bahane bulmakta zorlanmıyorlar” kendi kendine söylediği bu sözü duyunca irkildi. Nedense taraf olmuştu. Oysa eylemci gençlerin ne istediğini bilmiyordu bile. Sadece kızmıştı, nedensiz, bilmeden. Kamplaşma böyle birşeydi. Taraflar birbirini dinlemeye bile tenezzül etmez, Sadece düşmanlık duyardı. Her kesimin bir diğerine düşman olmak için haklı gerekçeleri her daim hazırdı sanki. Polis göz altılara başlamıştı, onlarca polis 3-5 genci yerde sürükleyerek götürüyor iken istemesine rağmen bu gençlere acıyamadı. 
                Yolculuğa çıkmadan önceki 2 gün boyunca İstanbul içinde dolaşıp durdu. Birinci gün Kadıköy bostancı Üsküdar, ertesi gün Bakırköy Yeşilköy Florya. Denize yakın olmak ve iyot kokusu solumak rahatlatıcı bir etkiye sahipti. Vakit öldürdüğü yerleri bu nedenle seçmiş olmalıydı. Yola çıkmadan önceki öğleden sonra, ülkede tamamı yerli sermayeli son özel bankanın Bakırköy deki şubesine gitti. Elindeki banka kasa anahtarının buraya ait olduğu yazıyordu. Görevli ile birlikte kasaların bulunduğu bölüme indiler ve kasayı çıkararak görevli Hasan ‘ı yalnız bıraktı. İlk gün dolabı açarken yaşadığı heyecanı yaşamıyordu ama yine de merak heyecanını tetiklemişti. Kapağı kaldırdığında Kasa da yalnızca para olduğunu gördü. Her birinin üzerinde 100 bin dolar yazılı bantlara sarılmış tam 10 adet deste. 1 milyon dolar diye geçirdi içinden. Bu para neyin nesiydi ya da neyin karşılığında ona verilmişti. Bu büyüklükte bir miktarın helal para olmayacağına emindi ama şuan bunu düşünecek  zaman değildi. Amerika’da ihtiyaç duyacağı birer desteyi ceketin sağ ve sol iç ceplerine yerleştirdi.
X-ray den geçerken amerikada silaha ihtiyaç duyup duymayacağını merak etmişti ama ihtiyacı olacaksa bile havalimanındaki güvenlikten silahla geçmenin mümkün olmayacağını düşündüğü için zaten yanına alamamıştı.
Bir saat sonra havalanması planlanan uçağa binmek için vip bekleme salonunun deri koltuklarında günlük gazetelere göz atıyordu. Gazeteler tek bir elden çıkmışçasına manşetler atmıştı. Ülke gündemi hayli gergin diye geçirdi içinden. Oysa bekleme salonundakiler içki, kahve yudumluyor keyifle sohbet ediyorlardı ve içlerinden en az bir ikisi bürokrat veya milletvekili olmalıydı. Vip bekleme salonlarında yüksek mevkiden birileri her daim görülürdü. Bu adamlar bu ülkede yaşamıyor olmalı dedi sırıtırak.
“afedersiniz anlayamadım” az önceki kelimeler sesli olarak dökülmüştü Hasan ın dudaklarından. Birbirine sırtı dönük koltukların ters tarafında bulunan genç ve güzel kadın Hasan ‘ın kendiyle konuşmaya çalıştığını sanmıştı. “özür dilerim kendi kendime konuşuyordum”
“önemli değil” dedi genç kadın. “madem okumanızı böldüm, size bir şey sormama izin verir misiniz?” Hasan konuşmaya susamıştı. Kimle ya da ne konuştuğunun hiç önemi yoktu. Çünkü sessiz kaldığı dönemlerde beyni sürekli içinde bulunduğu durumla ilgili senaryolar üretiyordu. Ve ondan kurtulmanın en güzel yanı biriyle ya da kimseyi bulamazsa kendi kendiyle konuşmaktı.
“uzun süredir ülke dışındaydım. İşlerimin yoğunluğu nedeniyle de ülke gündemini pek takip edemedim, şimdi gazetelere bakıyorum da ülkede büyük bir siyasi ve toplumsal kaos var gibi”
Genç kadın gülümsedi “sanırım uzun bir süredir uzaklardasınız” hasan gülümseyerek onayladı.
“ülkede siyaset temelli bir sosyal bir ayrışma oluştu, iktidar partisi taraftarları ile siyasi görüşleri ne olursa olsun ona karşı olanlar siyaseten cepheleştiler. Hergün yeni bir gündem ile uyanıyor türkiye, işin ilginç tarafı farklı siyasi düşüncede olanlar, yani geçmişte birbirlerine muhalif olanlar şimdi iktidar partisine karşı bir araya gelmiş gibiler” hasan aç bir kurt misali hazmetmeye çalışıyordu duyduklarını. Genç kızın bir anlık sessizliğinden yararlanarak “sanırım gazeteler pek ayrışmamış, hepsi aynı tarafta görünüyor” sehpanın üzerindeki gazeteleri gösteriyordu hasan.
Genç kız yine güldü “maalesef kamplaşmanın oluşmasında bu da önemli bir sorun, burada gördüğünüz gazeteler iktidara yakın gazeteler ve özellikle seçilip konuluyor, muhalif basın buralara giremiyor”
“nasıl yani” dedi hasan şaşırarak “burası Türk hava yollarının işlettiği bir bekleme salonu iktidarla ne ilgisi olabilir ki” gerçekten şaşırmıştı Hasan.
“aslında, olaya o tarafın gözüyle bakarsanız bu harekete meşru bir dayanak bulmak mümkün. Zira muhalif gazeteler çoğu zaman ölçüsüz davranıyor”
“ancak bu yine de özgür basının sansürlenmesi anlamına gelmez mi?” hasan sinirlendiğini fark etti.
“elbette. Bakın şöyle özetliyim iktidara taraf olanlar iktidarın yaptığı her şeyi sorgusuz sualsiz destekliyor. Diğer taraftakilerde aynı şekilde sorgusuz sualsiz eleştirebiliyor”
“tam bir cepheleşme durumu yani, çok tehlikeli değil mi?”
“aslında daha o safhaya gelmedik ve ben kendi adıma geleceğini de düşünmüyorum Hegel ‘in diyalektik metodundaki tez-antitez-sentez dönemindeyiz. Sadece ülke şuan ikinci aşamada. Üçüncü aşamaya geldiğimizde sağlıklı bir sosyal yapı ve siyasal hayatımız olacak gibi görünüyor”
Hasanın gözlerinden bir şeyler geçtiğini gören genç kız “özür dilerim sanırım biraz teknik açıkladım, mesleki hastalık”
“rica ederim çok iyi anladım. Hegel ‘i ve diyalektik metodu bilirim. Sadece şaşırdım. Kurduğunuz bir cümle ile ülkenin 80 yıllık geçmişini özetlediniz ve hatta gelecek 80 yılına ilişkin bir tespitte bulundunuz. Yalnızca özümsemeye çalışıyorum. Bu birikimi neye borçlusunuz merak ettim doğrusu”
Kız mahcup olmuştu ama duydukları akademik egosunu okşamıyor değildi “özür dilerim kendimi tanıtmadım adım Meltem, ODTÜ de öğretim görevlisiyim, New York şehir üniversitesinde Doktora yapıyorum ve aynı zamanda misafir öğretim görevlisi olarak çalışıyorum”
“rica ederim aslında benim hatam balıklama konuya daldım. Hasan KAYA, bu aralar serbest çalışıyorum. Ve sanırım aynı uçakta olacağız.”
Sonrasında filtre kahve makinesinden aldığı yeni demlenmiş koca birer kupa kahveyi yudumlarken havadan sudan konuştular. Hafızasını kaybetmesi sonucu unuttuğu her şeyi yeniden öğrenmeliydi, siyasetten sanata, spordan edebiyata yarım saate yakın aklına gelen tüm soruları sordu ve Meltem bir öğretmen sabrıyla Hasanın kaçırdığını düşündüğü şeyleri anlatmaya gayret etti.
Aslında Meltem’ de çok keyif almıştı bu sohbetten. Karşısındaki adam 5 yaşında çocuk gibi durmadan sorular soruyordu ama soruların cevabını bir yetişkine vermenin rahatlığı ile hareket edebiliyordu. Doğru kelimeleri seçmek için zorlanmadı. Hasan ‘ın iyi eğitim görmüş ve kendini yetiştirmiş biri olduğu belliydi. Sadece hayatının son on yılını Guatemala hapishanesinde geçirmiş bir yükümlü misali dünya da ve Türkiye de olup bitenden habersiz yaşamıştı.
Hasan, Uçağa bindiğinde 1 sınıf bölümüne geçti ve oturdu ama kendini çok yalnız hissetti. Uçak daha havalanmadan -rica minnet- kabin görevlisinden Meltem in yanında bulunan yolcu ile yerlerinin değiştirilmesini kabul ettirdi. Kendisiyle yer değiştirmeyi kabul eden adam halinden çok memnundu. Meltem hasan ‘ı görünce uzun bir yolculuk olacağa benziyor diye geçirdi aklından. Oysa bilinçaltında duyguları sevinçle birbirini kucaklamıştı.
Meltem ‘in hafif bir uykuya daldığını görünce rahatsız etmeden onun önünde bulunan dergiyi alarak karıştırmaya başladı. Pilot Türk Hava sahasından ayrıldıklarını anons ettiğinde Popüler Bilim dergisinin Haziran sayısındaki kapak konusu 10 harika uzay projesi isimli makaleyi okuyordu. Dergiyi kucağına bırakıp hafifçe gözlerini kapadı. İnsanoğlu yıllardır uzay denilen bilinmezin şifrelerini çözmek için milyarca dolar para harcadı diye geçirdi aklından. Oysa daha içinde yaşadığımız dünyanın tüm gizemlerini çözmemişken bütün enerjinin uzaya harcanması fikri hep garip gelmişti Hasan’a. Meltem uyanık olsaydı yeni bir tartışma konumuz olurdu diye gülümserken istemsizce uyku haline geçiş yaptı.
Pilotun Macaristan üzerinde olduklarını ilettiği yeni anonsu ile uyandı. Bir an nerde olduğunu anlayamayarak yerinde sıçradı. “iyi misin?” soruyu soran güzel kadını tanıyordu. “sanırım kötü bir rüya” zoraki gülümsemeye çalıştı. Birkaç saniye sonra kendine geldiğinde acıktığını hissetti.
“hostesi çağırıp yiyecek bir şeyler almayı düşünüyorum, ne dersin?”
“benim daha iyi bir fikrim var, yemekler benden ama kahveye karışmam” Meltem bacakları arasındaki sırt çantasından orta boy bir saklama kabı çıkarıp kapağını açtı.
“hazır gıdalardan nefret ederim, ama börek açmayı hala öğrenemedim” Hasan kendi esprisine gülerken Hostesi çağırmak için ikaz düğmesine bastı.
“Annem hala bir çocukmuşum gibi davranıyor, elinden gelse koca bir koli ile yollayacaktı beni Amerika’ya. Hâlbuki koli ne kadar büyük olursa olsun birkaç güne dondurulmuş gıdalara mecbur olacağım. Yani bir öğün eksik, bir öğün fazla. Ama anne yüreği işte” meltem çantasının ön gözünden çıkardığı peçeteye özenle sararak bir dilim böreği Hasan’a uzattı.
“nasıl yardımcı olabilirim” hostesin sesi son derece kibar çıkmıştı. Bir kahve ve bir çay ısmarlayarak Melteme döndü.
“Üzgünüm kahve konusunda seni yalnız bırakmak zorundayım, kafein keyfimi çözünebilir hazır kahve ile heba edemiyorum”
“ilginç” meltem sesinde soru işareti vardı “bu tür kahvelerin bir zararı olduğunu duymamıştım, aman annem de duymasın”
“aslında ben de zararlı olduklarına yönelik bir şey duymadım. Ama bir kere çekirdekten taze çekilmiş kahve tadına aşina olunca instant adı verilen bu tarz hazır kahveler pek bir yavan geliyor” Hasan kendisiyle ilgili emin olduğu tek konunun kahve konusundaki takıntısı olduğunu hatırlayınca gülümsedi.
“aradaki fark nedir, yani hazır kahveler de çekirdekten yapılmıyor mu?”
Hasan anlatacak bir şeyleri olmasından mutluluk duyarak gururla başladı söze “instant kahveler kahve çekirdeklerinin kaynatılması sonucu yüzeyde oluşan köpüklerin kurutulmasından elde ediliyormuş, muş diyorum çünkü ben de başkalarının yalancısıyım” hasan böreğinden bir lokma ısırmak üzereydi ki “köpükten mi, bu kulağa çok kötü geliyor” Hasan börekten hala bir ısırık alamamıştı. “aslında kahvenin suda erimediğini düşünürsek galiba haklısın” meltem tamamlamıştı kendi cümlesini, Hasan bir kez daha böreği ağzına götürüyordu ki Meltem yine girdi araya,
“peki, Türk Kahvesinin olayı nedir?”
“öncelikle Türk Kahvesi diye bir şey yok, bu bir pişirme yöntemi, yani kahveyi Türk usulü pişirme yöntemi diyebiliriz” meltem Hasanı konuşturuyordu ama kendisi yemekten geri durmuyordu.
“kahve çekirdeklerinin farklı kalınlıklarda çekildiğini biliyorum. Örneğin filtre kahve için orta kalınlıkla çekiliyor, espresso ve onun türevleri içinse daha ince olarak çekiliyor, Türk Kahvesi ise bundan bile daha ince çekiliyor ve iki kere kavruluyor”
“yani çifte kavrulmuş” meltem ağzı dolu bir şekilde konuşmuştu. Meltemin bu halini görünce Hasan aralarındaki samimiyetin artmış olduğunu düşünerek içten içe sevinmeye başladı. “ee böreği yemiyorsun hala, yoksa” meltem yaramaz çocuk gibi davrandığını düşünüp bir an utandı.
“fırsat verseydin yiyecektim” kahkahalarını bölen hostes olmuştu. Kahveyi ve çayı bırakarak afiyet olsun dilekleri ile ayrıldı yanlarından.

Sessizlikten istifade böreği ağzına götürdü Hasan. Ve tam o anda zihnin de yine bir anı canlandı. Elindeki böreği ve çayı Meltem’e teslim edip onun meraklı bakışları altında hızla tuvalete doğru yöneldi. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

GİRİŞ

Polisiye kurgu kısa öykü türündeki bu yazımda yer alan kişilerin ve olayların gerçek kişi ve olaylarla hiç bir ilgisi yoktur. iyi okumal...