18 Kasım 2015 Çarşamba

9. BÖLÜM

Sabah 4 de yola çıkamamışlardı ama arabaya bindiklerinde güneş te henüz doğmamıştı. İlk fincan kahvelerini mutfakta içmişler, küçük bir valiz alarak yola koyulmuşlardı. 
“Burdan Boston Massachuttes yaklaşık 215 mil” dedi Meltem, henüz afyonu patlamamıştı. Sesi son derece ifadesiz çıkıyordu. “yani” dedi Hasan, “yani derken” diyerek sorusuna soruyla cevap verdi Meltem. “biliyorsun ben amerikada yaşamıyorum buranın mil hesabını pek bilmem”
“sahi sen nerde yaşıyordun daha önce, tanıştığımızda amerikada yaşadığını ifade ettiğini hatırlıyorum” ikisi de güldüler. Meltem, Hasanın hiç bir şey hatırlamadığını bildiğinden kinaye yapıyordu. Meltemin afyonu patladı diye geçirdi içinden. Bu kıza gülmek gerçekten çok yakışıyordu.
“4 saatlik yolumuz var, 1 saat kadar da bana ısmarlamayacağın kahvaltıda vakit harcadığımızı varsayarsak, öğleden önce Boston’da oluruz”  durdu Hasan’ın tepkisini merak ediyordu, ama hasan çoktan düşünce dünyasının girdabına kapılmıştı bile.
“ee Hasan bey yolculuğumuzun sohbet konusu ne olsun?”
“yani?” Hasan savuşturmaya çalışıyordu, düşüncelerinden kendini kurtaramamıştı henüz.
“yani diyorum ki bu yol muhabbetsiz geçmez ya da uyumadan tercih senin” meltem omuzlarını dikleştirmiş ve çocukça bir kapris içine girmişti. Sevimliliğini kullanıyor diye geçirdi içinden Hasan, çok ta iyi yapıyordu.
“efendim” hasan son cümleyi sesli olarak sarfettiğini anlayınca utandı. “afedersin sesli düşünüyordum”
“sesli mi düşünüyordun, neyi?”
Birkaç gün önceki büfe önü sohbeti gelmişti aklına “aman ben sessiz bile düşünemiyorum esprisini yapma, yapıldı çünkü” kendi esprisine gülmüştü ama Meltem anlayamıyordu “bu sabah seni anlamak için dekoderimi yanıma almamış olmam büyük talihsizlik” Meltem de sırıttı ama Hasan gülmesini tercih ederdi.
“sanırım yakıt ikmali yapmalıyız” Hasan konuyu değiştirip havayı yumuşatmayı planladı.
“depo dolu görünüyor”
“termosu diyorum, beynimin yeterli performansa ulaşması için bir fincan kahveye daha ihtiyacım var”
Hafif bir gülümseme ile havanın yumuşadığı belli olmuştu. “peki meltem hocam, bu sabah ki entelektüel sohbetimizin konusunu seçme zamanı geldi sanırım” meltem sözün kendisine bırakılmasından hoşnut olmuştu.
“biraz düşüneyim dedi” kendi için koyduğu kahveden bir yudum alırken, kısa bir sessizliğin ardından aslında dakikalar önce karar verdiği konuyu açmak için doğru cümleyi sonunda bulmuştu.
“tarihteki kırılma noktaları hakkında ne düşünüyorsun” Hasan bir an gözlerini yoldan ayırıp Meltemin ne dediğini anlamaya çalıştı. “kırılma noktaları?” Hasan pas geçiyordu çünkü bu sabah anlatma ihtiyacında olan Meltem’di.
“mesela Osmanlı imparatorluğundaki fetret devrini düşün, eğer Cem Sultan taht kavgasını kazansa idi Osmanlının gidişatı nasıl olurdu hiç düşündün mü?”
“anladım, konumuz keşkeler”
“hayır, keşke demek için taraf olmak gerekir ki, bir bilim insanı olarak olaylara tarafsız yaklaşmak zorundayım, buradaki amaç olası farklı sonuçların farklı yeni başlangıçlara neden olabileceği üzerine bir beyin jimnastiği yapmak”
“gelecekbilimciliğin (futuralizm) tam tersi gibi”
“evet bir anlamda böyle denebilir” meltem anlatmak için başka bir örneğe ihtiyacı olduğunu anladı.
“peki Osmanlı için konuşmak bizim için zor çünkü içinde bulunduğumuz toplum hakkında değerlendirmeler yaparken değer yargılarımızdan tamamen arınmamız mümkün değil, bu da nesnel sonuçlara ulaşmamızı engeller”
“haklısınız hocam” diyerek kıkırdadı Hasan. Çünkü sabahın bu saati için konu hayli ağırdı.
“daha magazinsel bakalım olaya, bambaşka bir örnek, mesela Adolf Hitler rusyaya saldırmayıp, doğu Avrupa üzerine yürüse idi sonuçlar ne olurdu sence”
Takdiri ilahi diye geçirdi içinden Hasan. Çünkü bu tam bir felaket olurdu. Bu konuyu daha önce bir yerde tartıştığını hatırladı belli belirsiz.
“Tarihçiler ve siyaset bilimciler Adolf Hitler’in çok büyük bir taktiksel hata yaptığını öne sürüyorlar, eğer Rusya ile savaşmayı seçmese idi doğu Avrupa ve Balkanlar üzerinden birkaç gün içinde Türkiye sınırına dayanabilirdi” meltem kürsü havasına girmiş gibiydi. Hasan sohbetin üstünlüğünü ona kaptırdığını fark edip bir anlık boşluğunu yakalayarak araya girmeyi planlıyordu.
“ve Türkiyemiz yeni kurtuluş savaşından çıkmış, yaralarını sarıyor ve üstelik Ulusal liderini kaybettiği içinde moral olarak zayıf bir noktadayken, evet Türkiye için büyük tehlike olurdu” Hasan doğru bir yerden girdiğini fark etti Meltem sanki onun entelektüel birikimini test ediyor gibi geldi bir an, madem bir sınavdaydı devam etmeliydi “ve ismet İnönünü çok kritik bir diplomatik manevra ile önce tarafsız kalmıştı. Bu da onun askeri zekasını gösterir değil mi?” ismet İnönü hakkında yaptığı yorum yerindeydi ancak hiç hoşuna gitmemişti. Nedense Türkiyenin 2. Cumhurbaşkanına karşı büyük bir sempati beslemediğini farketti.
“çok haklısın, halbuki Türkiyede İsmet İnönü çok sevilmez. Ancak onun yerinde başka biri olsaydı örneğin daha sağ görüşlü bir lider, 1. Dünya savaşı sırasında kaybedilen toprakları geri kazanma hayali ile savaşa dahil olabilirdi ki işte asıl tehlikeli sonuçlar böylece ortaya çıkardı”
Hasan hak vermiyor değildi ama, kaybedilen onca toprak, balkanlarda arkamızda bıraktığımız yüzbinlerce Müslüman. Bütün bunlar savaşmak için yeterli sebep değil miydi? Bundan çok emin olamıyor, bir yanı keşke demekten kendini alamıyordu.
“işte böyle, bu bizim için bir keşke değil, tamamen tarihsel varsayımlar ile neden sonuç ilişkileri kurmak”
“çok keyifli” dedi hasan “insanın zihnini açmak için harika bir metoda benziyor”
“bir nevi beyin fırtınası ancak tek başına sıkıcı olabiliyor” Meltem gülümsüyordu.
 Bir benzin istasyonunda yer alan restoranın tabelasını görünce Hasan hemen sinyal vererek yoldan çıktı. “şimdi sana söz verdiğim kahvaltıyı ısmarlama zamanı” İkisi de fena halde acıktıklarından hızlıca restorana doğru yürümeye koyuldular.
Garsonun getirdiği yumurta, ekmek, kurvasan ve kahveyi masada orantılı bir şekilde yerleştiren Meltem ‘ i görünce, bu kadar mükemmel bir kızda mutlaka bir kusur bulunmalıydı zaten diye geçirdi aklından.  Simetri hastalığına, kişinin bilinç altında halledemediği sorunların neden olduğunu biliyordu. Tam bunlara yoğunlaşmışken Meltem birden bire
“sence bütün bunlardan önce, yani hafızanı kaybetmeden önce ne yapıyordun, yani ne iş yapıyordun, nerde yaşıyordun, bir ailen var mıydı? Bu konuda ne düşünüyorsun” deyiverdi.
Hasan sorulan soruyla birlikte gerçekliğine geri dönmüştü. Ne diyeceğini ne söyleyeceğini bilemedi. Meltem, Hasanın yüzünden geçen karabulutları fark ederek pişman olmuştu. En iyisi Hasanın bildiği yerlerden bir şeyler sormaktı.
“peki, dünyadaki politik çelişkiler hakkında ne düşünüyorsun?” soran gözlerle bakıyordu Hasan ama kafası hala az önceki konudaydı. Meltem, Hasanın kara bulutlardan kurtulamadığını fark ederek soruyu biraz açmaya karar verdi.
“şöyle anlatayım, bildiğin gibi Ortadoğu ülkelerinin çocuğu diktatörlük ile yönetiliyor ve egemen güçler bu bölgelere askeri müdahaleler yaparak tiranlık rejimlerine yıkmayı, yerine demokratik rejimleri kurmayı planladıklarını ifade ediyorlar. Ancak sonuçlara bakılınca niyetlerin çok da safiyane olmadığı görülüyor. Çelişki şurada bir tarafta kendi halkını ezen bir diktatörlük mevcut ki bu duruma üzülüyorsun, öbür yandan müdahale edilmesini de içine sindiremiyorsun. Tıpkı suriye de olduğu gibi”
“suriye de ne oldu ki” Hasan yakın zamana ilişkin belleğinin tamamen boş olduğunu fark etti.  Çünkü hasanın hatırladığı kadarı ile Türkiye Suriye ilişkileri gayet iyiydi ve Suriye de bir rejim probleminin olduğunu hatırlamıyordu. Suriye’nin Esad ailesi tarafından yönetildiğini, çok ta demokratik bir yönetimin bulunmadığını, rejimin Baas diye adlandırıldığını hatırlıyordu. Ama bölgede Irak sonrası bir müdahaleye ilişkin beyninde herhangi bir bilgiye ulaşamadı.
Meltem durumu fark ederek özetlemek istedi “senin Türkiyede olmadığın dönemde” bunu söylerken gülümsemeye çalıştı ama Hasan ‘ın ifadesinde herhangi bir değişiklik olmadığını fark ederek konunun ciddiyetine geri dönüp “Esad –Esed mi demeliydi bilemedi- yönetimine karşı kuzeyde rejim muhalifleri örgütlendi, hatta Türkiye bu muhalifleri açıkça desteklediğini dile getirdi. Ve fiilen bir destek olduğunu Suriye yönetimi de biliyor. Bir iç savaş yaşanıyor şuan Suriye’de ve bu iç savaştan kaçan milyonlarca Suriyeli Türkiyeye sığındı” Hasan duyduklarına inanamıyordu. Demek arap baharı sınırımıza kadar dayanmıştı. Konuyla neden bu kadar ilgilendiğini anlayamadı, bunu tarihsel kökenlerimize karşı duyduğu hassasiyete bağlayarak Meltem gözlerine devam etmesi için yalvarırcasına baktı. “İşin içinde birde Irakta ortaya çıkan tırnak içinde “sunni Müslüman” bir terör örgütü de var ki şimdi ondan bahsedip konuyu dağıtmak istemiyorum. Aslında sormak istediğim şu, Esat yönetimi Baasçı, baskıcı bir yönetim ve halkı için -kendi adıma söylüyorum- pekte hayırlı bir rejim değil, ancak bu rejim öyle ya da böyle bölgede bir istikrar sağlıyor ki bölge son dönemde terör örgütü ortaya çıkarmak konusunda hayli verimli. İşte çelişki tam da burda ortaya çıkıyor. Esad rejimi kötü yönlerine rağmen istikrar uğruna devam mı etmeli, yoksa ortadan kaldırılmalı mı?”
Hasanın karnına hançerler batıyor gibiydi. Bahsedilen topraklar, sanki dedesinden miras kalmışta hile ile elinden alınmış kendine ait topraklarmışçasına acı hissediyordu. Suriye de yaşayan insanların acısını da dahil etti bu acıya. Orada yaşanan insanlık dramı ile kısa süreli bir empati kurmaya çalıştı. Ancak içinde garip bir duygu peydah oldu. Bölgede yaşayan insanlar ile hümanist temelli ya da etnik kökenli değil dini kökenli bir yakınlık hissediyordu. Baas rejimi ile ya da bölgede yaşayan harici mezheplere bağlı insanlar ile empati kuramıyordu. Beter olsunlar tarzında bir şey değildi ama yalnızca sünni halkın yaşadıkları canını acıtmıştı. İçinde bulunduğu duygu durumundan büyük bir rahatsızlık duydu. Bundan kaçmanın yolu konuşmaktan geçiyordu.
“çok haklısın, gerçekten büyük çelişkiler içeriyor, aslında tabi olması gereken bölge halkının kendi kaderini, kendilerinin belirlemesi yani self determinasyon koşullarının sağlanması gerekli. Ama bunun da kendi iç dinamikleri ile ortaya çıkması lazım. Dışarıdan iyi niyetli dahi olsa bulunulan her tür müdahale, müdahale de bulunanın lehine sonuçlar doğuracaktır ki, bu sonuçlar her halükarda suriye halkının aleyhine olacaktır.”
“Türkiye tipi kurtuluş savaşından bahsediyorsun sanırım. Türkiye bölge halkları için iyi bir örnekti aslında ancak bölge ülkeleri bundan yeterince faydalanamadı ya da faydalanmak istemedi. Ancak burada Mustafa Kemal faktörünü de unutmamak gerekir”
 Mustafa Kemal diye konuştu içinden. Garip duygular hissetti onunla ilgili. Bu hisler için İyi ya da kötü bir şey diyemiyordu. Evet ülkeyi büyük bir istila hareketinden kurtarmıştı, büyük bir asker, önderdi ancak sonuçta Türkiye Cumhuriyeti kurulurken Osmanlı da sona ermişti. Ve bunda Mustafa Kemalin rolü çok büyüktü. Belki Osmanlı fiilen servi imzaladığında bitmişti ancak bu da bir takti. Sözde  barış antlaşmasını tüm ağır koşullarına rağmen kabul ediyormuş gibi gösterilse de asıl amaç bizzat Vahdettin Han tarafından görevlendirilen Mustafa Kemalin Samsundan başlayarak kurtuluş hareketini örgütlemesiydi. Ve bunu bizzat Vahdettinden aldığı görev ile yapmış sonra gücünü aldığı makama yüz çevirerek kendi başına buyruk hareket etmişti. Eğer öyle olmasaydı Osmanlı hanedanı neden yurt dışına gönderilsindi. Neden padişahlık sona erdirilsindi. Eğer Mustafa Kemal bizzat Vahdettinden görev almamış olsaydı koca Kazım Karabekir onun emrine nasıl girerdi. Bütün bunları inklap tarihi kitaplarından okumamıştı. Resmi tarih böyle değildi ama işte sonuç buydu. O yüzden kafası çok karışıktı Mustafa Kemal hakkında. Konuştukça ve düşündükçe ne çok şey fark ediyorum kendim hakkında diye geçirdi içinden.
Planladıklarının aksine bir saatten fazla sürmüştü kahvaltı etmeleri. Yola çıktıklarında Hasan’ın kafası çok karışıktı. İçinde bulunduğu durum hakkında değil de bu sefer kendiyle ilgili fark ettikleri kafasını karıştırıyordu. Sahip olduğu düşünceler apaçık muhafazakar birine aitti. Hoş muhafazakar da ne demekse, neyi muhafaza ediyorlar ki diye gülümsedi kendi kendine.
Araba kullanırken kendi kendine gülen Hasan ‘ı görünce “keyfin yerinde bakıyorum” diye takıldı Meltem. Hasan kendiyle ilgili, dünya görüşüyle ilgili fark ettiği durumu şimdilik Meltem ile paylaşmamaya karar verdi. Çünkü en basitinden çok farklı düşünce yapısına sahip oldukları anlamına gelirdi ki Meltemi yeni bulmuşken kaybetmek niyetinde değildi.
“şu yaptığımızı düşünüyordum, birden komik geldi, boston’da nereye gitmemiz gerektiği konusunda hiçbir fikrimiz yok. Bindik bir alamete gidiyoruz kıyamete mi denir?” birlikte gülüşüp bir süre sessiz kaldılar. Çünkü meltem aslında Hasanın düşündüğünün bu olmadığını fark etmişti. Ama şuan bu durumu deşmek için doğru bir zaman değildi. Hasan karanlıkta kaybolmuş bir adamdı ve kendi yolunu kendi bulmalıydı. Çünkü vardığı noktanın  hayır mı şer mi olacağı konusunda Meltem ‘in de endişeleri yok değildi.
Otobanın sevimsiz ıssızlığına bakan meltem bir anlık boş bulunmayla içini çekti. “çok dertlendin birden” soran gözlerle bakan Hasan’dı bu kez. Kısa süren sessizlik bile ayrılık acısı tadı veriyordu hasana. Meltem gözünü yol kenarından ayırmadan sordu “hiç aşık oldun mu?” Hasan bu soruya sadece gülerek cevap verince Meltem yine aynı hatayı yaptığını anladı “tabi aslın da sormak istediğim geçmişte böyle bir durumun olduğuna dair hislerin var mı? olmalıydı”
“bilmiyorum” dedi bu sefer Hasan içini çekerek. “Beynimin boş sokaklarında aşka rastlayamadım henüz” esprili çıkmıştı sesi Hasanın. Amacı Meltemin üzülmesine engel olmaktı.
“aslında Aşk gerçekten var mı? Onu da bilmiyorum” sesi neşeden kedere doğru dönüş yapınca Meltem atıldı hemen. “aşkın olmadığını mı iddia ediyorsun?”
“geçmişte neye inandığımı bilmiyorum, ancak şimdi düşünüyorum da insan belirli bir yaştan sonra aşık olamıyor” bir saniye kadar sustu ve kendinden pek emin olamayarak ilave etti, ”sanırım” sesi kararsız çıkmıştı. Böyle bir cümleyi neden kurduğunu bilemedi, sadece içinden gelmişti.
“tam olarak anlayamadım” meltemin gözleri kısılmış, suratında ona tatlı bir ciddiyetle karışık sempatiklik kazandıran çizgiler belirmişti.
“şöyle düşün, insanoğlu ergenlik döneminden 30’lu yaşlara kadar kalbiyle, yani duygularıyla hareket ediyor ve bu dönemde aşk kaçınılmaz olarak bir şekilde içine düşülen kör bir kuyu gibi yoluna çıkıyor belki düşüyorsun, belki düşmüyorsun”
“iddialı bir açıklama oldu” meltem sırıtıyordu ama hala ne demek istediğine anlam verememişti. “peki 30 lardan sonra nasıl gelişiyor durum”
“en iyisi baştan alayım çünkü tam olarak anlatamadım”
“iyi olur” meltem dinlemek için can atıyordu. Sesinde alaylı bir teşvik edicilik vardı.
“insanoğlunun hayatında evreler var bana göre, çocukluğu es geçersek, ergenliği ise 15 yaş civarı kabul edersek, 15 ila 30 yaş arasında kalbi, beynine galip geliyor, yani bu dönemde insan kararlarını daha duygusal olarak veriyor,  kalbi tarafından yönetiliyor diyebiliriz”
“ilginç, sonra peki?”
“30 larından sonra olgunlaşan insanın bünyesindeki mücadeleyi beyin kazanmaya başlıyor ve bana göre beynin benliğe hakim olduğu bu süreç 50 lere kadar devam ediyor. Bu yaştan sonra güç dengesi tekrar kalbin lehine doğru değişiyor ve yine delikanlılık/gençlik evresindeki haline dönüyor ve işte insan 15-30 yaş arası ve 50 yaş sonrası dönemlerinde aşkı yaşayabiliyor”
“aşık olmak için önümde kısıtlı zamanım olduğu sonucuna varıyorum” Meltem konuyu ciddiye almamış gibi söylüyordu ancak anılarını şöyle hızlıca bir gözden geçirdiğinde Hasan ‘a hak veriyordu. Elindeki en iyi örnek annesi ve babasıydı. Birbirlerine aşık olduklarında 20 li yaşlarının başlarındaydılar. Bu döneme şahit olmasa da annesinden dinledikleri ile gözünde canlandıracak kadar iyi biliyordu. Sonra hayat rutini, iş hayatı ve belki çocuk sahibi olmanın verdiği sorumluluklar ile birlikte, aralarındaki ilişkinin duygularla tarif edilebilir yanlarının azaldığını dinlemişti annesinden. Ama nihayetinde, hasanın bahsettiği yaşlara ulaştıklarında annesi ile babasının birbirlerine yeniden aşık olduğuna bizzat şahit olmuştu. Çocukluk döneminde ele ele görmeye pek alışık olmadığı anne babasını bu dönemlerinde hep yan yana ve diz dize hatırlıyordu. Gözleri doldu eğer biraz daha anılarını tazelerse ağlayacağını hissetti. Ama konunun da kapanmasına gönlü razı değildi.
“bence Aşk kavuşamamaktır” okuduğu bir romandan yaptığı alıntı ile konuşmayı bambaşka bir alana taşıdı.
Şimdi hasan soran gözlerle bakıyordu. “yani kavuşurlarsa aşk olmayacak mı demek istiyorsun?”
Meltem ne diyeceğini bilemedi hemen kafasında bu tezini savunacak bir şeyler aradı. “leyla ile mecnun mesela ya da kerem ile aslı eğer kavuşsalar idi sence aşkları bu kadar büyük ve dillere destan olur muydu?”
Hasan itiraz etmek istedi ama Meltemin, bir konuyu savunurken içine girdiği ruh halini çok seviyordu. Bu nedenle sadece suratını ekşiterek Meltemin devam etmesi için sözü yine ona bıraktı.
“aşkın temelinde bence ihtiras ve şiddetli arzulama var. Eğer insan sevdiğine kavuşursa bu ihtiras eski gücünü koruyamıyor ve arzu zamanla azalıyor ”  kendine bile çok inandırıcı gelmemişti sözleri.
“otuz yaşına pek bir şey kalmamış” kahkaha ile noktalamıştı sözlerini Hasan. Meltem hafif kızararak “sanırım senin tezini güçlendirdim bu sözlerimle” o da kocam bir gülücük ile eşlikte etti Hasana.
 Meltemin utandığını fark eden Hasan konuyu değiştirmeden onun bu ruh halinden çıkması için ağzına gelen ilk cümleyi kurdu.
“aşk son kertede dokunmaktır”
“hah” evraka diyen Arşimet tonundaydı sesi. Geçmişinle ilgili süper bir ip ucu bulduk işte.

Hasan bir anda heyecanlandı. Aklından türlü senaryoları geçirdi. Acaba neyi fark etmişti Meltem. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

GİRİŞ

Polisiye kurgu kısa öykü türündeki bu yazımda yer alan kişilerin ve olayların gerçek kişi ve olaylarla hiç bir ilgisi yoktur. iyi okumal...