Sabah 4 de yola çıkamamışlardı ama
arabaya bindiklerinde güneş te henüz doğmamıştı. İlk fincan kahvelerini
mutfakta içmişler, küçük bir valiz alarak yola koyulmuşlardı.
“Burdan Boston Massachuttes
yaklaşık 215 mil” dedi Meltem, henüz afyonu patlamamıştı. Sesi son derece
ifadesiz çıkıyordu. “yani” dedi Hasan, “yani derken” diyerek sorusuna soruyla
cevap verdi Meltem. “biliyorsun ben amerikada yaşamıyorum buranın mil hesabını
pek bilmem”
“sahi sen nerde yaşıyordun daha
önce, tanıştığımızda amerikada yaşadığını ifade ettiğini hatırlıyorum” ikisi de
güldüler. Meltem, Hasanın hiç bir şey hatırlamadığını bildiğinden kinaye
yapıyordu. Meltemin afyonu patladı diye geçirdi içinden. Bu kıza gülmek
gerçekten çok yakışıyordu.
“4 saatlik yolumuz var, 1 saat
kadar da bana ısmarlamayacağın kahvaltıda vakit harcadığımızı varsayarsak,
öğleden önce Boston’da oluruz” durdu
Hasan’ın tepkisini merak ediyordu, ama hasan çoktan düşünce dünyasının
girdabına kapılmıştı bile.
“ee Hasan bey yolculuğumuzun
sohbet konusu ne olsun?”
“yani?” Hasan savuşturmaya
çalışıyordu, düşüncelerinden kendini kurtaramamıştı henüz.
“yani diyorum ki bu yol
muhabbetsiz geçmez ya da uyumadan tercih senin” meltem omuzlarını dikleştirmiş
ve çocukça bir kapris içine girmişti. Sevimliliğini kullanıyor diye geçirdi
içinden Hasan, çok ta iyi yapıyordu.
“efendim” hasan son cümleyi sesli
olarak sarfettiğini anlayınca utandı. “afedersin sesli düşünüyordum”
“sesli mi düşünüyordun, neyi?”
Birkaç gün önceki büfe önü sohbeti
gelmişti aklına “aman ben sessiz bile düşünemiyorum esprisini yapma, yapıldı
çünkü” kendi esprisine gülmüştü ama Meltem anlayamıyordu “bu sabah seni anlamak
için dekoderimi yanıma almamış olmam büyük talihsizlik” Meltem de sırıttı ama Hasan
gülmesini tercih ederdi.
“sanırım yakıt ikmali yapmalıyız”
Hasan konuyu değiştirip havayı yumuşatmayı planladı.
“depo dolu görünüyor”
“termosu diyorum, beynimin yeterli
performansa ulaşması için bir fincan kahveye daha ihtiyacım var”
Hafif bir gülümseme ile havanın
yumuşadığı belli olmuştu. “peki meltem hocam, bu sabah ki entelektüel
sohbetimizin konusunu seçme zamanı geldi sanırım” meltem sözün kendisine
bırakılmasından hoşnut olmuştu.
“biraz düşüneyim dedi” kendi için koyduğu
kahveden bir yudum alırken, kısa bir sessizliğin ardından aslında dakikalar
önce karar verdiği konuyu açmak için doğru cümleyi sonunda bulmuştu.
“tarihteki kırılma noktaları
hakkında ne düşünüyorsun” Hasan bir an gözlerini yoldan ayırıp Meltemin ne
dediğini anlamaya çalıştı. “kırılma noktaları?” Hasan pas geçiyordu çünkü bu
sabah anlatma ihtiyacında olan Meltem’di.
“mesela Osmanlı imparatorluğundaki
fetret devrini düşün, eğer Cem Sultan taht kavgasını kazansa idi Osmanlının
gidişatı nasıl olurdu hiç düşündün mü?”
“anladım, konumuz keşkeler”
“hayır, keşke demek için taraf
olmak gerekir ki, bir bilim insanı olarak olaylara tarafsız yaklaşmak
zorundayım, buradaki amaç olası farklı sonuçların farklı yeni başlangıçlara
neden olabileceği üzerine bir beyin jimnastiği yapmak”
“gelecekbilimciliğin (futuralizm)
tam tersi gibi”
“evet bir anlamda böyle denebilir”
meltem anlatmak için başka bir örneğe ihtiyacı olduğunu anladı.
“peki Osmanlı için konuşmak bizim
için zor çünkü içinde bulunduğumuz toplum hakkında değerlendirmeler yaparken
değer yargılarımızdan tamamen arınmamız mümkün değil, bu da nesnel sonuçlara
ulaşmamızı engeller”
“haklısınız hocam” diyerek
kıkırdadı Hasan. Çünkü sabahın bu saati için konu hayli ağırdı.
“daha magazinsel bakalım olaya,
bambaşka bir örnek, mesela Adolf Hitler rusyaya saldırmayıp, doğu Avrupa
üzerine yürüse idi sonuçlar ne olurdu sence”
Takdiri ilahi diye geçirdi içinden
Hasan. Çünkü bu tam bir felaket olurdu. Bu konuyu daha önce bir yerde
tartıştığını hatırladı belli belirsiz.
“Tarihçiler ve siyaset bilimciler
Adolf Hitler’in çok büyük bir taktiksel hata yaptığını öne sürüyorlar, eğer
Rusya ile savaşmayı seçmese idi doğu Avrupa ve Balkanlar üzerinden birkaç gün
içinde Türkiye sınırına dayanabilirdi” meltem kürsü havasına girmiş gibiydi.
Hasan sohbetin üstünlüğünü ona kaptırdığını fark edip bir anlık boşluğunu
yakalayarak araya girmeyi planlıyordu.
“ve Türkiyemiz yeni kurtuluş
savaşından çıkmış, yaralarını sarıyor ve üstelik Ulusal liderini kaybettiği
içinde moral olarak zayıf bir noktadayken, evet Türkiye için büyük tehlike
olurdu” Hasan doğru bir yerden girdiğini fark etti Meltem sanki onun entelektüel
birikimini test ediyor gibi geldi bir an, madem bir sınavdaydı devam etmeliydi
“ve ismet İnönünü çok kritik bir diplomatik manevra ile önce tarafsız kalmıştı.
Bu da onun askeri zekasını gösterir değil mi?” ismet İnönü hakkında yaptığı
yorum yerindeydi ancak hiç hoşuna gitmemişti. Nedense Türkiyenin 2.
Cumhurbaşkanına karşı büyük bir sempati beslemediğini farketti.
“çok haklısın, halbuki Türkiyede
İsmet İnönü çok sevilmez. Ancak onun yerinde başka biri olsaydı örneğin daha
sağ görüşlü bir lider, 1. Dünya savaşı sırasında kaybedilen toprakları geri
kazanma hayali ile savaşa dahil olabilirdi ki işte asıl tehlikeli sonuçlar
böylece ortaya çıkardı”
Hasan hak vermiyor değildi ama,
kaybedilen onca toprak, balkanlarda arkamızda bıraktığımız yüzbinlerce Müslüman.
Bütün bunlar savaşmak için yeterli sebep değil miydi? Bundan çok emin olamıyor,
bir yanı keşke demekten kendini alamıyordu.
“işte böyle, bu bizim için bir
keşke değil, tamamen tarihsel varsayımlar ile neden sonuç ilişkileri kurmak”
“çok keyifli” dedi hasan “insanın
zihnini açmak için harika bir metoda benziyor”
“bir nevi beyin fırtınası ancak
tek başına sıkıcı olabiliyor” Meltem gülümsüyordu.
Bir benzin istasyonunda yer alan restoranın
tabelasını görünce Hasan hemen sinyal vererek yoldan çıktı. “şimdi sana söz
verdiğim kahvaltıyı ısmarlama zamanı” İkisi de fena halde acıktıklarından
hızlıca restorana doğru yürümeye koyuldular.
Garsonun getirdiği yumurta, ekmek,
kurvasan ve kahveyi masada orantılı bir şekilde yerleştiren Meltem ‘ i görünce,
bu kadar mükemmel bir kızda mutlaka bir kusur bulunmalıydı zaten diye geçirdi
aklından. Simetri hastalığına, kişinin
bilinç altında halledemediği sorunların neden olduğunu biliyordu. Tam bunlara
yoğunlaşmışken Meltem birden bire
“sence bütün bunlardan önce, yani
hafızanı kaybetmeden önce ne yapıyordun, yani ne iş yapıyordun, nerde
yaşıyordun, bir ailen var mıydı? Bu konuda ne düşünüyorsun” deyiverdi.
Hasan sorulan soruyla birlikte
gerçekliğine geri dönmüştü. Ne diyeceğini ne söyleyeceğini bilemedi. Meltem,
Hasanın yüzünden geçen karabulutları fark ederek pişman olmuştu. En iyisi
Hasanın bildiği yerlerden bir şeyler sormaktı.
“peki, dünyadaki politik
çelişkiler hakkında ne düşünüyorsun?” soran gözlerle bakıyordu Hasan ama kafası
hala az önceki konudaydı. Meltem, Hasanın kara bulutlardan kurtulamadığını fark
ederek soruyu biraz açmaya karar verdi.
“şöyle anlatayım, bildiğin gibi
Ortadoğu ülkelerinin çocuğu diktatörlük ile yönetiliyor ve egemen güçler bu
bölgelere askeri müdahaleler yaparak tiranlık rejimlerine yıkmayı, yerine
demokratik rejimleri kurmayı planladıklarını ifade ediyorlar. Ancak sonuçlara
bakılınca niyetlerin çok da safiyane olmadığı görülüyor. Çelişki şurada bir
tarafta kendi halkını ezen bir diktatörlük mevcut ki bu duruma üzülüyorsun,
öbür yandan müdahale edilmesini de içine sindiremiyorsun. Tıpkı suriye de
olduğu gibi”
“suriye de ne oldu ki” Hasan yakın
zamana ilişkin belleğinin tamamen boş olduğunu fark etti. Çünkü hasanın hatırladığı kadarı ile Türkiye
Suriye ilişkileri gayet iyiydi ve Suriye de bir rejim probleminin olduğunu
hatırlamıyordu. Suriye’nin Esad ailesi tarafından yönetildiğini, çok ta
demokratik bir yönetimin bulunmadığını, rejimin Baas diye adlandırıldığını
hatırlıyordu. Ama bölgede Irak sonrası bir müdahaleye ilişkin beyninde herhangi
bir bilgiye ulaşamadı.
Meltem durumu fark ederek
özetlemek istedi “senin Türkiyede olmadığın dönemde” bunu söylerken gülümsemeye
çalıştı ama Hasan ‘ın ifadesinde herhangi bir değişiklik olmadığını fark ederek
konunun ciddiyetine geri dönüp “Esad –Esed mi demeliydi bilemedi- yönetimine
karşı kuzeyde rejim muhalifleri örgütlendi, hatta Türkiye bu muhalifleri açıkça
desteklediğini dile getirdi. Ve fiilen bir destek olduğunu Suriye yönetimi de
biliyor. Bir iç savaş yaşanıyor şuan Suriye’de ve bu iç savaştan kaçan
milyonlarca Suriyeli Türkiyeye sığındı” Hasan duyduklarına inanamıyordu. Demek
arap baharı sınırımıza kadar dayanmıştı. Konuyla neden bu kadar ilgilendiğini
anlayamadı, bunu tarihsel kökenlerimize karşı duyduğu hassasiyete bağlayarak
Meltem gözlerine devam etmesi için yalvarırcasına baktı. “İşin içinde birde
Irakta ortaya çıkan tırnak içinde “sunni Müslüman” bir terör örgütü de var ki
şimdi ondan bahsedip konuyu dağıtmak istemiyorum. Aslında sormak istediğim şu,
Esat yönetimi Baasçı, baskıcı bir yönetim ve halkı için -kendi adıma
söylüyorum- pekte hayırlı bir rejim değil, ancak bu rejim öyle ya da böyle
bölgede bir istikrar sağlıyor ki bölge son dönemde terör örgütü ortaya çıkarmak
konusunda hayli verimli. İşte çelişki tam da burda ortaya çıkıyor. Esad rejimi
kötü yönlerine rağmen istikrar uğruna devam mı etmeli, yoksa ortadan
kaldırılmalı mı?”
Hasanın karnına hançerler batıyor
gibiydi. Bahsedilen topraklar, sanki dedesinden miras kalmışta hile ile elinden
alınmış kendine ait topraklarmışçasına acı hissediyordu. Suriye de yaşayan
insanların acısını da dahil etti bu acıya. Orada yaşanan insanlık dramı ile
kısa süreli bir empati kurmaya çalıştı. Ancak içinde garip bir duygu peydah
oldu. Bölgede yaşayan insanlar ile hümanist temelli ya da etnik kökenli değil dini
kökenli bir yakınlık hissediyordu. Baas rejimi ile ya da bölgede yaşayan harici
mezheplere bağlı insanlar ile empati kuramıyordu. Beter olsunlar tarzında bir
şey değildi ama yalnızca sünni halkın yaşadıkları canını acıtmıştı. İçinde
bulunduğu duygu durumundan büyük bir rahatsızlık duydu. Bundan kaçmanın yolu
konuşmaktan geçiyordu.
“çok haklısın, gerçekten büyük
çelişkiler içeriyor, aslında tabi olması gereken bölge halkının kendi kaderini,
kendilerinin belirlemesi yani self determinasyon koşullarının sağlanması
gerekli. Ama bunun da kendi iç dinamikleri ile ortaya çıkması lazım. Dışarıdan
iyi niyetli dahi olsa bulunulan her tür müdahale, müdahale de bulunanın lehine
sonuçlar doğuracaktır ki, bu sonuçlar her halükarda suriye halkının aleyhine
olacaktır.”
“Türkiye tipi kurtuluş savaşından
bahsediyorsun sanırım. Türkiye bölge halkları için iyi bir örnekti aslında
ancak bölge ülkeleri bundan yeterince faydalanamadı ya da faydalanmak istemedi.
Ancak burada Mustafa Kemal faktörünü de unutmamak gerekir”
Mustafa Kemal diye konuştu içinden. Garip
duygular hissetti onunla ilgili. Bu hisler için İyi ya da kötü bir şey
diyemiyordu. Evet ülkeyi büyük bir istila hareketinden kurtarmıştı, büyük bir
asker, önderdi ancak sonuçta Türkiye Cumhuriyeti kurulurken Osmanlı da sona
ermişti. Ve bunda Mustafa Kemalin rolü çok büyüktü. Belki Osmanlı fiilen servi
imzaladığında bitmişti ancak bu da bir takti. Sözde barış antlaşmasını tüm ağır koşullarına
rağmen kabul ediyormuş gibi gösterilse de asıl amaç bizzat Vahdettin Han tarafından
görevlendirilen Mustafa Kemalin Samsundan başlayarak kurtuluş hareketini
örgütlemesiydi. Ve bunu bizzat Vahdettinden aldığı görev ile yapmış sonra
gücünü aldığı makama yüz çevirerek kendi başına buyruk hareket etmişti. Eğer
öyle olmasaydı Osmanlı hanedanı neden yurt dışına gönderilsindi. Neden
padişahlık sona erdirilsindi. Eğer Mustafa Kemal bizzat Vahdettinden görev
almamış olsaydı koca Kazım Karabekir onun emrine nasıl girerdi. Bütün bunları
inklap tarihi kitaplarından okumamıştı. Resmi tarih böyle değildi ama işte
sonuç buydu. O yüzden kafası çok karışıktı Mustafa Kemal hakkında. Konuştukça
ve düşündükçe ne çok şey fark ediyorum kendim hakkında diye geçirdi içinden.
Planladıklarının aksine bir
saatten fazla sürmüştü kahvaltı etmeleri. Yola çıktıklarında Hasan’ın kafası
çok karışıktı. İçinde bulunduğu durum hakkında değil de bu sefer kendiyle
ilgili fark ettikleri kafasını karıştırıyordu. Sahip olduğu düşünceler apaçık
muhafazakar birine aitti. Hoş muhafazakar da ne demekse, neyi muhafaza
ediyorlar ki diye gülümsedi kendi kendine.
Araba kullanırken kendi kendine
gülen Hasan ‘ı görünce “keyfin yerinde bakıyorum” diye takıldı Meltem. Hasan
kendiyle ilgili, dünya görüşüyle ilgili fark ettiği durumu şimdilik Meltem ile
paylaşmamaya karar verdi. Çünkü en basitinden çok farklı düşünce yapısına sahip
oldukları anlamına gelirdi ki Meltemi yeni bulmuşken kaybetmek niyetinde
değildi.
“şu yaptığımızı düşünüyordum,
birden komik geldi, boston’da nereye gitmemiz gerektiği konusunda hiçbir
fikrimiz yok. Bindik bir alamete gidiyoruz kıyamete mi denir?” birlikte gülüşüp
bir süre sessiz kaldılar. Çünkü meltem aslında Hasanın düşündüğünün bu
olmadığını fark etmişti. Ama şuan bu durumu deşmek için doğru bir zaman
değildi. Hasan karanlıkta kaybolmuş bir adamdı ve kendi yolunu kendi
bulmalıydı. Çünkü vardığı noktanın hayır
mı şer mi olacağı konusunda Meltem ‘in de endişeleri yok değildi.
Otobanın sevimsiz ıssızlığına
bakan meltem bir anlık boş bulunmayla içini çekti. “çok dertlendin birden”
soran gözlerle bakan Hasan’dı bu kez. Kısa süren sessizlik bile ayrılık acısı
tadı veriyordu hasana. Meltem gözünü yol kenarından ayırmadan sordu “hiç aşık
oldun mu?” Hasan bu soruya sadece gülerek cevap verince Meltem yine aynı hatayı
yaptığını anladı “tabi aslın da sormak istediğim geçmişte böyle bir durumun
olduğuna dair hislerin var mı? olmalıydı”
“bilmiyorum” dedi bu sefer Hasan
içini çekerek. “Beynimin boş sokaklarında aşka rastlayamadım henüz” esprili
çıkmıştı sesi Hasanın. Amacı Meltemin üzülmesine engel olmaktı.
“aslında Aşk gerçekten var mı? Onu
da bilmiyorum” sesi neşeden kedere doğru dönüş yapınca Meltem atıldı hemen.
“aşkın olmadığını mı iddia ediyorsun?”
“geçmişte neye inandığımı
bilmiyorum, ancak şimdi düşünüyorum da insan belirli bir yaştan sonra aşık
olamıyor” bir saniye kadar sustu ve kendinden pek emin olamayarak ilave etti,
”sanırım” sesi kararsız çıkmıştı. Böyle bir cümleyi neden kurduğunu bilemedi,
sadece içinden gelmişti.
“tam olarak anlayamadım” meltemin
gözleri kısılmış, suratında ona tatlı bir ciddiyetle karışık sempatiklik
kazandıran çizgiler belirmişti.
“şöyle düşün, insanoğlu ergenlik
döneminden 30’lu yaşlara kadar kalbiyle, yani duygularıyla hareket ediyor ve bu
dönemde aşk kaçınılmaz olarak bir şekilde içine düşülen kör bir kuyu gibi
yoluna çıkıyor belki düşüyorsun, belki düşmüyorsun”
“iddialı bir açıklama oldu” meltem
sırıtıyordu ama hala ne demek istediğine anlam verememişti. “peki 30 lardan
sonra nasıl gelişiyor durum”
“en iyisi baştan alayım çünkü tam
olarak anlatamadım”
“iyi olur” meltem dinlemek için
can atıyordu. Sesinde alaylı bir teşvik edicilik vardı.
“insanoğlunun hayatında evreler
var bana göre, çocukluğu es geçersek, ergenliği ise 15 yaş civarı kabul
edersek, 15 ila 30 yaş arasında kalbi, beynine galip geliyor, yani bu dönemde
insan kararlarını daha duygusal olarak veriyor,
kalbi tarafından yönetiliyor diyebiliriz”
“ilginç, sonra peki?”
“30 larından sonra olgunlaşan
insanın bünyesindeki mücadeleyi beyin kazanmaya başlıyor ve bana göre beynin
benliğe hakim olduğu bu süreç 50 lere kadar devam ediyor. Bu yaştan sonra güç
dengesi tekrar kalbin lehine doğru değişiyor ve yine delikanlılık/gençlik
evresindeki haline dönüyor ve işte insan 15-30 yaş arası ve 50 yaş sonrası
dönemlerinde aşkı yaşayabiliyor”
“aşık olmak için önümde kısıtlı
zamanım olduğu sonucuna varıyorum” Meltem konuyu ciddiye almamış gibi
söylüyordu ancak anılarını şöyle hızlıca bir gözden geçirdiğinde Hasan ‘a hak
veriyordu. Elindeki en iyi örnek annesi ve babasıydı. Birbirlerine aşık
olduklarında 20 li yaşlarının başlarındaydılar. Bu döneme şahit olmasa da
annesinden dinledikleri ile gözünde canlandıracak kadar iyi biliyordu. Sonra
hayat rutini, iş hayatı ve belki çocuk sahibi olmanın verdiği sorumluluklar ile
birlikte, aralarındaki ilişkinin duygularla tarif edilebilir yanlarının
azaldığını dinlemişti annesinden. Ama nihayetinde, hasanın bahsettiği yaşlara
ulaştıklarında annesi ile babasının birbirlerine yeniden aşık olduğuna bizzat
şahit olmuştu. Çocukluk döneminde ele ele görmeye pek alışık olmadığı anne
babasını bu dönemlerinde hep yan yana ve diz dize hatırlıyordu. Gözleri doldu
eğer biraz daha anılarını tazelerse ağlayacağını hissetti. Ama konunun da
kapanmasına gönlü razı değildi.
“bence Aşk kavuşamamaktır” okuduğu
bir romandan yaptığı alıntı ile konuşmayı bambaşka bir alana taşıdı.
Şimdi hasan soran gözlerle
bakıyordu. “yani kavuşurlarsa aşk olmayacak mı demek istiyorsun?”
Meltem ne diyeceğini bilemedi
hemen kafasında bu tezini savunacak bir şeyler aradı. “leyla ile mecnun mesela
ya da kerem ile aslı eğer kavuşsalar idi sence aşkları bu kadar büyük ve
dillere destan olur muydu?”
Hasan itiraz etmek istedi ama
Meltemin, bir konuyu savunurken içine girdiği ruh halini çok seviyordu. Bu
nedenle sadece suratını ekşiterek Meltemin devam etmesi için sözü yine ona
bıraktı.
“aşkın temelinde bence ihtiras ve
şiddetli arzulama var. Eğer insan sevdiğine kavuşursa bu ihtiras eski gücünü
koruyamıyor ve arzu zamanla azalıyor ”
kendine bile çok inandırıcı gelmemişti sözleri.
“otuz yaşına pek bir şey kalmamış”
kahkaha ile noktalamıştı sözlerini Hasan. Meltem hafif kızararak “sanırım senin
tezini güçlendirdim bu sözlerimle” o da kocam bir gülücük ile eşlikte etti
Hasana.
Meltemin utandığını fark eden Hasan konuyu
değiştirmeden onun bu ruh halinden çıkması için ağzına gelen ilk cümleyi kurdu.
“aşk son kertede dokunmaktır”
“hah” evraka diyen Arşimet
tonundaydı sesi. Geçmişinle ilgili süper bir ip ucu bulduk işte.
Hasan bir anda heyecanlandı.
Aklından türlü senaryoları geçirdi. Acaba neyi fark etmişti Meltem.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder