18 Kasım 2015 Çarşamba

7. BÖLÜM

Elde açılmış hamurun kokusu ile hamurun içinde ki ıspanağın kokusu birleşerek bir çocukluk anısına götürmüştü Hasan’ı. Bu sefer anı hareketliydi ve kısmen de renkli. 5-6 yaşlarında olmalıydı. Davul fırın içinde pişen böreği bir an önce yemenin heyecanıyla, pişmesine daha ne kadar kaldığını görmek için yüzünü fırının camına yaklaştırınca, camın etrafında yer alan metal çerçeveye temas eden alnı yanmıştı. Yanan bölge alnı ile saçlarının tam birleştiği noktadaydı ve yaklaşık 1 santimlik belli belirsiz bir iz bırakmıştı. Yıllar boyunca bu yanık izine dokunup çocukluğunu hatırlamıştı Hasan. Kokunun bu anıyı tetiklemesiyle sol eli alnına gitmiş, yanık izini hissedemeyince hızla tuvalette koşmuştu. Tuvaletteki aynada yüzünü uzun uzun incelerken  “burada bir yanık izi olduğuna yemin edebilirim” diye konuştu kendiyle, ama alnı neredeyse kusursuzdu. Yüzünün herhangi bir yerinde en ufak bir iz yoktu. Bu beden mi ona ait değildi, yoksa ruhumu bu yabancı bedene hapsolmuştu.
Koltuğuna oturmak üzereyken Meltem hınzırca “börekten zehirlendiğini düşünecektim ama görünen o ki bir ısırık bile alamamışsın”
“sadece uçak tuttu sanırım, yemeğini mahvetmek istemedim” kelimeler ağzından çıkarken yüzünün sap sarı oluşu bu yalanını tasdikliyor gibiydi.
“şimdi nasılsın”
“böreği yiyince çok iyi olacağıma emin olabilirsin” tekrar gülüyor olması Meltemin içini rahatlattı. 
Tuvalete giderken Meltemin her iki eline emanet ettiği çay bardağı ve börek dilimini alarak açlığını bastırdı. Meltem, hasanın beş dakika önceki neşesinde olmadığını görebiliyordu. Ne gizem dolu bir adam diye geçirdi içinden. “beni de normali bulmaz ki zaten” gülümseyen dudaklarından belli belirsiz dökülmüştü kelimeler, ama yüzü cama doğru dönük olduğundan koridor tarafındaki Hasan hiç bir şey duyamamıştı.  Zaten duymasa daha iyiydi, şimdi geçmiş aşk felaketlerimi konuşmak için hiç de doğru bir zaman değil diye geçirdi içinden.
Almanya da yakıt ikmali için durmuşlar ancak uçaktan indirilmemişlerdi. Pilotun anonsuyla beraber yolculuklarının ikinci bölümü başlıyordu. Meltem elindeki dergiyi karıştırıyormuş gibi yaparak Hasan’ı gözlemliyordu. Hasan ise zihninde canlanan fırın yanığı anısını defalarca zihninde oynatarak geçmişe ait bir şeyler yakalamaya çalışıyordu. Annesinin ya da babasının yüzünü görmeyi hayal etti ancak 2 saniyelik görüntüde fırına yapışıp yandığı ve koşarak birine doğru gittiği ve ağlayarak bacaklarına sarıldığı dışında bir şeye ulaşamadı beyninin kıvrımları arasında.  İçinde bulunduğu kısır döngüden kurtulmanın yolunu biliyordu ve aklına gelen ilk soruyu sorudu. “kaç yıldır Amerika’dasın”
“beş yıldan fazla oldu” meltem soruyu hemen yanıtlamıştı çünkü Börek hadisesinden bu yana Hasan ile tek kelime etmemişlerdi. Ve sanki bu soruyu bekliyormuş gibi hemen vermişti cevabını.
“beş yıl uzun bir süre, doktora için fazla değil mi?”
İşte bu soruyu beklemiyordu Meltem. Tekrar sohbete başlamak için can atıyordu ama konunun buna gelmesi bir anlığına sessiz kalmasına neden oldu. Çünkü daha birkaç saat evvel tanıştığı bu adama son 10 yılda başından geçenleri anlatmak konusunda emin olamıyordu.
“yanlış bir şey sordum galiba, özür dilerim” Hasan mahcup olmuştu ama durumla ilgili senaryolar üretmekten de geri durmuyordu. Türkiye’den uzak durmak için Amerika’da yaşıyor olabileceği fikri mantıklı geldi. Asıl sorun Türkiye’den neden uzak kalmaya çalıştığındaydı. Ya ailevi bir problem ya da bir aşk hikâyesi diye geçiriyordu ki aklından,
“bu ikinci doktora programım, aslında Türkiye’deki kadromu kaybetme riskim var, yani okul sadece bir doktora dönemi boyunca kadronuzu saklı tutuyor. Fakat bazı nedenlerle ülkeden bir süre ayrılmam gerektiğinden fakülte yönetimi anlayış gösterdi”
“harika, yani insanlar bir doktora programını tamamlayamazken, sen şimdi ikincisine devam ediyorsun, gerçekten tebrik ederim” Hasan konuyu eğitime taşıyarak, Meltemin düştüğü zor durumdan kurtarmaya çalıştı. Aslında ülkeden neden uzak durmaya çalıştığını merak etmiyor değildi ama onu anlatmaya mecbur bırakırsa bir daha görüşmek istemeyebileceği ihtimalini göz ardı edemedi.
“çok tatlısın” meltemin sesi kırılgan fakat memnuniyet doluydu.
“bu da nerden çıktı şimdi” anlamamazlıktan gelmek şuan yapabileceği en iyi hareketti.
“nerden çıktığını biliyorsun, yani asıl mevzu ülkeden uzak kalmam ama sen konuyu değiştirerek beni anlatma mecburiyetinden kurtarmaya çalışıyorsun” meltem bu adama güvenebileceğini hissetti ama neden güven duymalıydı sorusuna verebileceği mantıklı bir cevabı yoktu.
“bir kahve daha ısmarlarsan sana bir şeyler anlatabilirim” işi muzurluğa vurmuştu ama konuşmaya çok ihtiyacı olduğunun farkındaydı. İnsanın, kendini tanımayan, belki de bir daha görme ihtimali olmadığı biriyle dertleşmesi, tanıdığı biri ile dertleşmesinden daha kolay olabiliyordu. Bu yüzden mi psikologlara rahat açılıyoruz acaba diye düşündü Meltem.
“babam” diye başladı söze ama daha ilk hecesinde ilk gözyaşı geldi oturdu gözüne “babam bu dünyada tanıdığım en dürüst, en namuslu, en harika insan, en iyi baba, en iyi eş” kendini öyle sıkıyordu ki minicik bir damla göz pınarlarından firar edemiyordu. Yutkundu ve devam etti “en iyi asker, en iyi oğul”
“baban asker miydi?” nefes alması ve bir parça rahatlaması için özellikle girmişti araya Hasan.
“deniz kuvvetlerinde filo komutanıydı, tuğgeneral Murat YILMAZ”
Hasan bu ismi duyar duymaz gerildiğini hissetti. Tanıdık ama hakkında hiç bir şey hatırlamadığı bir isim Murat YILMAZ. Belki de Meltemin duygu durumundan etkilenmişimdir diye düşündü. Çünkü tanıdık da gelse hakkında hiçbir şey hatırlamıyordu.
“bu isim sana tanıdık geldiyse şaşırma” meltemin ağzından çıkan bu cümleler Hasan ‘ın daha da fazla heyecanlanmasına neden olmuştu. Ya zihnimi okuyor ya da benim ruh halim yüzümden çok rahat belli oluyor diye geçirdi içinden.   “aslında tanıdık gibi ama hiç bir şey anımsamıyorum”
“tabi hatırlamazsın, sen bu ülkenin istiklal savaşı sonrası yaşadığı en zor 10 senesine şahit olamamıştın değil mi?” sesinde bu defa kızgınlık var gibiydi.
Dudaklarını bükmekten başka yapabileceği bir şeyi yoktu. Melteme başından geçenleri anlatsa inanır mıydı acaba. Meltem devam etmeye karar verdi. “Babam 2005 yılının mart ayının 6 günü sabaha karşı 5 sularında gözaltına alındı. Ve evimiz saatlerce, didik didik arandı.”
Hasan öylesine şaşkındı ki. Meltemin babasının öldüğünü ya da bir suikaste kurban gittiğini duyacağını zannediyordu. Ama duydukları karşısında şaşkınlığını gizleyemedi. Bir tuğgeneral sabaha karşı gözaltına alınıyor ve evi aranıyor. Peki ya neden.
“Silahlı kuvvetlerin yaptığı bir operasyon ile mi?”
“Hayır, emniyet”
“emniyet? Yani polisler geldi ve bir tuğgenerali gözaltına mı aldı diyorsun”
“kuzum sen gerçekten neredeydin bunca yıl”
“çok üzgünüm, gerçekten bilmiyorum ama Amerika’ya gider gitmez bütün bu süreci öğrenmek istediğimden emin olabilirsin” Hasanın kafası allak bullak olmuştu. Türkiye’de bürokrasinin en önemli kurumu silahlı kuvvetlerdi. Hatta zaman zaman siyasal iktidarın bile önüne geçtiği olmuştu. Ülkede 60 sonrası her on sene de bir darbe yapıldığı düşünüldüğünde polisin bir askeri gözaltına almış olması ülkede taşların yerinden oynadığının çok açık bir ifadesiydi. Birden bekleme salonunda yaptıkları sohbet geldi aklına “tez-antitez-sentez”. Türkiye ikinci aşamada demişti meltem, sanırım ikinci aşama ile kastettiği tam olarak buydu. Zira Türkiye Cumhuriyetini askerler kurmuş, askeri bürokrasi, uzunca bir süre de siyasal hayata egemen olmuştu. Eskiden asker olan, Türkiye cumhuriyetinin bu ilk siyasetçilerinin seçimlerle iktidarı kaybetmesi sorasında darbeler dönemi başlamıştı.
Meltemin yeniden anlatmaya başlamasıyla içine daldığı düşünce girdabından çıkmıştı Hasan.
“ bencillik yaptığımı düşünme, çünkü aynı gün onlarca subay, astsubay gözaltına alındı”
“haklarındaki suçlama neydi?”
“tabi ki darbe girişimi”
 1960 tan sonra her on sene de bir darbe yapılmıştı ülkede, seksen darbesi sonrası değişen dünyaya ayak uydurulmuş ve etkisinin bin yıl süreceği söylenen ilk post modern darbe “28 Şubat” yaşanmıştı. Ve son darbe girişiminin önüne geçmek isteyen siyasi iktidar önlem alarak darbecileri gözaltına mı almıştı?
“babamla birlikte gözaltına alınanların büyük çoğunluğunu tanıyorum, hepsi çok iyi insanlar. Gerçekten bir darbe girişiminin içinde yer aldılar mı? Sanmıyorum ama eminde değilim. Benim emin olduğum tek şey babamın asla böyle bir girişimin içinde yer almayacağı. İtiraf etmeliyim babam mevcut iktidar partisinden hoşlanmazdı. Ama artık Türkiye de darbelerin değil sandıkların ve demokrasinin egemen olması gerektiğini söylerdi. Babama göre darbeler yalnızca sivil siyasilerin değil aynı zaman da silahlı kuvvetlerin de canını çok yakmıştı. ‘En kötü iktidar, en iyi darbeden evladır’ derdi.”
Yakın siyasi tarihi düşündüğünde sivil iktidarların çoğu zaman ülkeyi çok beceriksizce yönettikleri ve hatta kimilerinin kendi menfaatlerini ülke menfaatlerinin çok üzerinde tuttuğu, kendilerinin ve çevrelerinin menfaati için ülkenin geleceğini ipotek altına alan çok yanlış politikaların peşine takıldıkları aşikârdı, Hasana göre. Ama hiçbir olumsuzluk silahlı kuvvetlerin yönetime el koymasını meşru kılmıyordu.
“anlıyorum. Ve senin adına çok üzüldüm. Eminim senin gibi onlarca evlat babasının acısını yaşamıştır. Hayatım boyunca darbelere karşı oldum. Ama eminim bağımsız mahkemelerce yapılan yargılama sonrası suçlu ve suçsuz ortaya çıkacaktır”
“çıktı bile, sen bilmiyorsun tabi. Babam tam 4 yıl 3 ay 23 gün ceza evinde tutuklu kaldıktan sonra vefat etti. Ve Babamın ölümünden 8 ay sonra itibarını iade ettiler. Bende iade edilen bu itibarı almak üzere ülkedeydim son bir aydır.”
Hasan bunun üzerine ne söyleyebileceğini bilemedi. Yapılanların kabahatlisi kendisiymişçesine gözlerini kaçırdı Meltemden. Meltem de bir süre camdan bulutları izlemeyi tercih etti.
“en çok ta zoruma giden neydi biliyor musun?” hasan bu sözleri duyunca ilgiyle Melteme döndü. “bütün bu duruşmalar boyunca toplasan bin kişi gelmedi destek olmaya. Hatta babamın dönem arkadaşları bile seslerini çıkarmadan uzaktan izlediler. Babamın hiçbir sağlık sorunu yoktu. Kahrından öldü adamcağız. Ve aslında bence şehit oldu” şehit kelimesinin üzerine tüm gücüyle bastırmıştı meltem. “Bu dünya da ailesinden sonra en çok sevdiği, vatanında, vatan haini sıfatını yakıştırdılar babama”.
Bu sefer daha uzun bir sessizlik dönemi yaşadılar. Sanki ölen Tuğgenerale sessizlik içinde saygılarını sunuyor gibiydiler. Sessizliği yine meltem bozdu. 
“komik bir şey duymak ister misin?” Hasan konunun değişmesinden büyük memnuniyet duyan bir bakışla ve merakla melteme döndü.
“gözaltına alınıp yargılanan ve çoğu hayatında birbirini ilk defa gören bu askerlere, terör örgütü dediler hatta bir kısa ad bile uydurdular sanırım söylemesi daha kolay oluyordu böylece”  hasan duyduklarına inanamıyordu.
“sıkı dur en komiği geliyor, bu terör örgütünün lideri kimmiş biliyor musun?” bu kişinin İsrailli bir diplomat ya da Amerikalı bir general olabileceği düşüncesi geldi Hasanın aklına. Ve duyacağı yabancı ismin merakıyla beklerken daha da fazla şaşıracağı bir isimle karşılaştı.
“önceki dönem genelkurmay başkanı, bu terör örgütünün lideri olarak lanse edildi”
Bu ya çok büyük bir oyundu ya da binlerce yıllık Türk siyasi tarihinin en büyük operasyonu yapılmıştı. Artık daha fazla şaşıramam diyordu Hasan. Sormak istediği çok şey vardı ancak kızın yarasını daha fazla deşmekten korkuyordu.
Bir süre düşündü ve en çok merak ettiği soruyu sorma riskini göze aldı. Eğer meltem sohbeti kısa keserse kendisi konuyu değiştirmek için elinden geleni yapacaktı.
“peki ya, iktidar ve muhalefet partilerinin tutumu ne oldu bu süreçte?”
 “hah” önce acı bir gülümseme yayıldı yüzüne ve sonra tekrar ciddileşerek “başbakan önce savcısıyım ben bu davanın dedi, sonra, tabi yıllar sonra, insanlar uzunca bir süre tutuklu halde cezaevinde yattıktan sonra, bunun bir tertip olduğunu, devlet içine sızmış devlete paralel bir yapının tertibi olduğunu söyledi. Ve şükür ki Anayasa Mahkemesine bireysel olarak yapılan başvuruların değerlendirilmesi sonrasında adil yargılanmanın yapılmaması ve davaların çok uzun sürmesi nedeniyle oluşan uzun tutukluluk hallerinin kaldırılması kararı verdi ve sağ kalanlar” burada bir saniye susup yutkundu “sağ kalanlar özgürlüklerine kavuştular” kahvesinden bir yudum aldı ve “muhalefet demiştin dimi?” dedi. Bu sorunun cevabını merak eden Hasan tüm algısını Melteme yoğunlaştırmıştı “onlar sadece bu durumdan oy devşirmeye çalıştılar”
Meltem kibarca izin isteyip tuvalete gitmesi gerektiğini belirtti. Hasan çok iyi biliyordu ki Meltem ağladığını kimsenin görmesini istemiyordu. Çok gururlu bir kız diye geçirdi içinden. İşte tam bir asker kızıydı Meltem.
Meltem yerine döndüğünde artık noktayı koyması gerektiğini biliyordu ama esas çıkış noktası olan ülkeden ayrılma zorunluluğuna ilişkin durumu tam olarak anlatmamıştı. Bunu da kısaca anlatıp bu bahsin kapanmasının iyi olacağını düşündü. “babam ölmeden evvel bu davanın çok uzayacağını anlamıştı, benim yurtdışına çıkıp bu süreçten çok etkilenmemi istiyordu. Çünkü bir grup basının sürekli hedefindeydik. Babalarımızın cezaevinde oluşu bile içlerindeki intikam ateşini söndürememiş olmalı ki, cezaevinde olanların aileleri ile uğraşmaya başladılar. Babam, liseden arkadaşı olan fakülte dekanı ile görüşüp yurt dışında uygun bir doktora eğitimim için gerekli şartları oluşturdu. Bense asla gitmeyi istemiyordum. Ama hayatım boyunca babama bir şeyi iki kere tekrar ettirmedim. Babamı ölmeden önce son kez gördüğüm görüş gününde bana ‘ne olursa olsun ağlamayacaksın, hele insanlar içinde hiç ağlamayacaksın, ben seni ve ailemi utandıracak hiç bir şey yapmadım kızım, başın dik alnın açık olsun, eminim bu karabulutlarda bir gün ülkemizi terk edecek. Önemli olan güzel vatanımızın bu süreçten en az zararla çıkması, şimdi bana söz ver’ dedi ve bana öyle bir sarıldı” son kelimenin son hecesi o kadar zayıf çıkmıştı ki Hasan ne dediğini tam olarak duyamamıştı. Meltem son cümlesinden alarak “bana öyle bir sarıldı ki işte o an bunun babamı son görüşüm olduğunu anladım, aslında babamın idam edileceğini düşünüyordum, evet idam yasalarımızdan çıkarılmıştı ama tekrar yasalara ilave edilmesi imkânsız değildi. Ben babam gibi bir adamın hasta yatağında öleceğini hiç hayal etmedim. O, bir çınar gibi ayakta ölebilirdi ancak.”
Vücudundaki bütün kanlar sanki gözleri içinde ve etrafında toplanmıştı meltemin. Tek bir damla gözyaşı dökmeden bütün bunları anlatabilmek için çok güçlü bir iradeye sahip olmak gerekirdi. Hasan bir an “Hazal’ın böyle bir annesi olmalı” diye geçirdi içinden gülümseyerek ama bu gülümsemeyi Meltem’e göstermemek için başını diğer tarafa çevirdi.
Yolculuğun kalanında kimi zaman uyuyarak, kimi zaman havadan sudan konularda konuşarak zaman öldürdüler. Uçak iniş yaparken ikisinin de kafasında aynı soru işareti vardı. Acaba bir daha görüşmek ister miydi? Çok fazla konuşmadan eşyalarını toparlayıp uçaktan indiler gümrük kapısına geldiklerinde yolları ayrılmak üzereydi. Meltem, hasandan bekliyordu bir şeyler söylemesini ama karaya ayak basar basmaz Hasan asıl sorunlarına geri dönmüştü bile.
“peki, o zaman” dedi hayal kırıklığı içinde meltem. Hasan o an anladı yollarının az sonra ayrılacağını. “sana nasıl ulaşabilirim, yani burada diyorum, birkaç güne Boston a geçmem gerek şehirden ayrılmadan bir kahve içebileceğimizi umuyorum”
Meltem bir anda karamsar duygularından uzaklaştı, sevinç içinde “en iyisi sana elektronik posta adresimi vereyim. Amerika’da cep telefonu kullanmıyorum, bir gün nasılsa geri döneceğim ümidiyle, 5 senedir burada yaşamama rağmen tam olarak yerleşemedim”
“olur” dedi ve e-posta adresini kaydetti. Kibarca elini uzattı. Sarılmak ya da öpmek için yeterli samimiyetin olmadığını düşünüyordu. Ama sıcak bir tokalaşma için yeterince tanımıştı Meltemi.
Gümrük kapısında sıra beklerken bir sonraki adımının ne olması gerektiğini düşündü. Ancak nereye gideceği konusunda bile hiçbir fikri yoktu. Ali Şimşek denilen adamı bulursa bütün sorularının cevabını alabileceğini biliyordu. Amerika da bir Türkü bulmak, Türkiye ‘de bulmaktan daha kolay olmalı diye geçirdi aklından.  Öncelikle Türk konsolosluğuna uğramalıyım diye düşündü. Oradan bir bilgiye ulaşabileceğini umut ediyordu. Sıra kendisine geldiğinde, 1 yıllık ticari vize işlenmiş olan pasaportu ile gümrük kapısından geçmesi hiç te zor olmadı. Burada kendiyle ilgili bambaşka bir şey daha öğrenmiş oldu. Akıcı düzeyde İngilizce konuşabiliyordu.
Havalimanından çıkarken Meltemin valizlerini almış gidiyor olduğunu gördü. Peşinden hızla koşarak ona yetişti. “sanırım benden hemen kurtulamayacaksın” Meltem şaşırmış bir halde Hasana bakıyordu. “bende bir centilmen beni bu yüklerden kurtarır mı diye düşünüyordum” soğumaya bıraktıkları yerden ilişkileri tekrar ısınmaya başlamak üzereydi.
“biliyor musun, bunca zamandır yurt dışındayım, defalarca Amerika’ya geldim ancak hala New York u yeterince bilmiyorum, nerde ne yenir, ne içilir, bir rehber hiç fena olmazdı hani” Hasan bir an için yeniden dertlerinden arınmış, Meltemin çekim alınanı girmişti. Bundan hiç şikâyetçi olmuyordu. Gözlerini yeni dünyasına açtığından bu yana ilk defa onun yanında huzurlu hissetmişti ve bu hissi kaybetmeye hiç niyeti yoktu.
“metroya kadar bana eşlik eder ve sonrasında eşyalarımı eve taşımama yardım edersen sana bedava rehberlik yapacak birini bulabilirim”
“aslında benim daha iyi bir fikrim var, araba kiralamayı düşünüyordum, ne dersin bu işimizi görür mü?”
“işte gerçek bir centilmen” diyerek dalga geçti Meltem. “biz Türkler araba sevdamızdan hiç vazgeçemeyiz, biliyor musun Amerika da kimse araba kullanmak istemez, trafikte geçirecek boş zamanları yoktur çünkü”
“benim de böyle lükslerim yok fakat valizlerinin sayısı gözümü korkutmadı dersem yalan söylemiş olurum”
“kolaycılık işime geliyor demiyorsun”
“aslında sen olmasan da bu arabaya ihtiyacım olacaktı, gitmem gereken çok yer var ve her defasında adres sormaktan nefret ediyorum. Nevigasyonlu bir araba ile bütün dertlerim hallolmuş oluyor”
“takside bir çok sorununu çözebilir”
“yine de direksiyon da kararları benim verebiliyor olmam fikri daha cazip geliyor”
“e peki o zaman para senin paran, nereye harcayacağını benden iyi bilirsin”
Uluslararası bir araç kiralama firmasının bankosu önüne geldiklerinde araba kiralamanın gerçekten iyi bir fikir olup olmadığını düşünüyordu Hasan. Pasaportunu uzattı ve bir araba istediğini belirtti. Bankodaki görevli bilgisayarda gerekli işlemleri yaparak pasaportu iade etti. Ve gülümseyen bir yüz ile hasana sorduğu soru, ona neden Amerika’ya geldiği gerçeğini bir kere daha yüzüne vurmuştu.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

GİRİŞ

Polisiye kurgu kısa öykü türündeki bu yazımda yer alan kişilerin ve olayların gerçek kişi ve olaylarla hiç bir ilgisi yoktur. iyi okumal...