Perdenin kenarından sızan güneş
ışığının yüzünü ısıtması her daim mutlu etmişti Meltem’i sabah uyanmalarında. O
an odasında olduğunu, yaşadığını sandığı bütün olayların bir rüya olduğunu
anladı. Kendi kendine gülmeye başladı yatakta sonra “anca rüyamda görürdüm
aşkı” diye katıldı gülmesine.
Yataktan kalkmak için doğrulduğunda
göz göze geldikleri o an, Meltem ‘in yüzü dün gece yatmadan hemen önceki halini
almıştı yine. Merak, korku, hüzün ve gizem, endişe ve aşk dolu bir ifade ile.
Günaydın diyen Ali ‘yi Hasan
zannediyordu hala. Oysa ki Hasan sandığı bu adam dün gece bütün bilmeceyi kendi
için çözmüş, yalnızca boşlukları doldurmak kalmıştı onun için. Meltem’in bütün
bu olanlardan haberi yoktu. Bir anda Hasan’ı karşısında görmenin mutluluğu ve
hüznünü yaşıyordu benliğinde. Oysaki babasının ölümünün ve onun gibi
onlarcasının ceza evine girmesinin sebebinin Ali olduğunu bilmiyordu hala. Eğer
bilseydi, kim bilir.
Ali ise aradığı cevabı bulmuştu
sonunda bulmasına ama ihtimaller arasındaki en kötüsü çıkmıştı karşısına. Şuan
tek istediği her şeyin bir yalan olmasıydı, şuan an tek istediği Yusuf ‘un
kapıdan girmesi ve sen Ali değilsin demesiydi. Olmak istediği en kötü adamdı
şuan. Hiç olmasaydı keşke hiç yaşamasaydı.
Dönüş yolunda Meltem’e ne demeli
ne anlatmalıydı bilemedi. Meltem, Hasan sandığı adamın yüzünden geçenleri
gördüğünde belki de hiç bir şey bilmemenin kendisi için daha iyi olacağını
düşünerek tek kelime etmedi.
Mola verdikleri restoranda Meltem,
bakışlarını kaçıran Hasan ‘a bakıp “bütün günahlarımızla, hatalarımızla yaşamak
zorundayız” dedi. Teselli mi etmek istiyordu karşısındaki adamı, yoksa her şeye
rağmen seninle varım mı demek istiyordu, kendi de bilmedi. Ne diyeceğini
bilemediği anlardaki saçmalamalarından biri de olabilirdi. Sadece, sadece keşke
diyordu içindeki Meltem, keşke bambaşka şartlar altında bambaşka zamanlarda
karşılamış olsaydık. O sadece karşısındakinin bir katil olabileceği
ihtimalinden hareket etmişti, babası ile arasındaki ilişkinin farkında bile
değildi. Bilseydi yine aynı şeyleri düşünebilir miydi?
“Bazen günahlarımız çok büyük olur Meltem,
bazen insanlar af bile dileyemeyeceği kadar kötü şeyler yaparlar”
Hala bir umut vardı Meltem ‘in
içinde, bu duyguyla döküldü dudaklarından kelimeler “yaptığını sandığın şeyleri
yaptığından emin misin?”
Adam tek kelime etmedi,
dakikalarca nefes almayı unuturcasına baktı sevdiği kadının gözlerine. Tekrar
yola çıktıklarında artık Meltem ‘de vazgeçmişti umut etmekten.
Ali yol boyunca bir senaryo
çizmişti kafasında, aslında Ali ben değilim, aradığımız adam Yusuf muş
deyiverecekti Meltem’e. Bütün bunlar Ali ‘nin başının altından çıkmış, ben onun
ekibinden biriymişim ama Ali ‘nin yaptıklarına tahammül edemeyince yollarımızı
ayırmışız. Sonra, ben ülkeye dönmüşüm, Türkiye’de Ali’nin ekibinden olduğum için gözaltına
alınmışım, ifadem alınırken uğradığım işkence sırasında kafama aldığım darbeyle
yitirmişim hafızamı diyecekti. Benim bu işlerle hiç ilgim yok diyecekti. Yol
boyunca kurmuştu kafasında, birkaç kere kendi kendini ikna etmişti bile, sonra
ayrılık vakti gelip çattığında, Meltem’i evinin kapısının önünde tutuldu dili.
Bir şey diyemedi, diyemezdi de bir ömür boyu kim olduğunu Meltem’den gizlese
bile kendinden kaçamazdı Ali. Sadece “seçme şansım olsa seninle olan bir
geçmişi ve geleceği seçerdim Meltem” diyebildi, sonra alnından öpüp, arkasına
bakmadan uzaklaştı.
Bulutları izlerken “kader” diye
geçirdi içinden. Biz mi seçiyoruz yaşayacağımız hayatı yoksa biz mi seçiliyoruz
yaşamamız gereken hayat konusunda.
Yusuf’un verdiği, ancak kendisinin
henüz cesaret edip açamadığı zarfa baktı uzun uzun. Bundan kaçış yoktu. Önünde
sonunda bilmesi gerekiyordu. Zarfı dikkatlice yırttı. İçinde bir mektup ve ilaç
olduğunu varsaydığı kimyasal sıvı dolu küçük şişeyi gördü. Mektubu hiç okumamış
olmayı isterdi;
“Eğer bu mektubu okuyorsam, her şey
boşa gitmiş demektir. Kaçabileceğimi sanmıştım, bilmezsem yaşayabilirim
sanmıştım. Görünen o ki silmeye çalıştığım geçmişimi unutmak uğruna ödediğim
tüm bedellere rağmen başa döndüm. Aslında her şeyi çok iyi planladığımı
sanıyordum. Ama her mükemmel bir planın çok büyük bir açığı vardır.
Anlatmaya en baştan başlamam
gerekecek sanırım. Çünkü tüm sorularıma cevap bulmadan bu işin peşini
bırakmayacak inada sahip biriyim. Bunu biliyorum.
Öncelikle hafızamı nasıl sildim?
Amerikan istihbaratı ile yaptığımız operasyonlar esnasında yeni bir sorgu
yöntemi keşfettiklerini, deneysel bir
ilaç üzerinde çalıştıklarını öğrendim. Zamanla biz de bu ilaçtan temin ederek
sorgulamalarımız sırasında kullandık. İlaç, uygulanan kişinin tüm savunma
mekanizmalarını yıkıyor, sorduğunuz tüm sorulara istemsizce doğru cevaplar
vermesini sağlıyordu. Ancak çok önemli bir yan etkisi vardı. İlaç aynı kişiye birkaç doz uygulandığında
sorgu altındaki kişinin hafızasının tamamen silinmesine neden oluyordu ki bu da
bizim için ilacı daha da değerli kılmıştı. Çünkü işimiz bittiğinde hafızası
tamamen sıfırlanmış bir adamı öldürmek zorunda da kalmıyorduk. O zamanlar kendi
hafızamı silmek gibi uçuk bir fikrim yoktu tabi. Bu ilaca nasıl ulaştığım
kısmı.
Gelelim, sana aynada kendini
yabancı hissettiren yüze. Kişisel merakımı öğrenmiş olmalısın. Nazi dönemi Almanyası
ile ilgi belge toplama faaliyetlerim sırasında, Türkiye Cumhuriyeti
arşivlerinde zamanın Türk İstihbaratçıları tarafından ele geçirilmiş bir
mektupta Esaurd Bloch isimli Yahudi bir doktorun Nazi Almanyasında Adolf Hitler
için çalıştığı bilgisine ulaştım. Daha sonra bu adam hakkında yaptığım
araştırmalarda, doktorun kendi insanları üzerinde deneyler yaptığını,
onlarcasının ölümüne neden olduğunu öğrenince adama karşı olan merakım iyice
doruğa ulaştı. Türkiye Cumhuriyeti
arşivlerinde ulaştığım başka bir belge de savaşın sonlarına doğru doktorun
ailesi ile birlikte Amerika’ya sığınarak adlarını değiştirip, kötü mazisini sildiğini
ve yeni bir hayata başladıklarını öğrendim. Aslında kimse doktorun kimliği ya
da yaptığı insanlık dışı deneyler ile ilgilenmiyordu. Bu adamın ilgi odağı
olmasının nedeni, doktorun yerini bildiğini ve kimilerince Amerikaya sığınması
sırasında bir kısmını pazarlık konusu yaptığını düşündükleri Nazi altınlarıydı.
Türk İstihbaratı da bu altınlara ulaşmak için adamı ve ailesini Amerikada takip
etmiş, bir süre göz altında tutmuş ancak sonraları Amerikan dışişlerinin
baskısı ile takip sona erdirilmiş ve dosya kapatılmış.
Amerikada bu ailenin izini sürdüm
ve Ailenin son üyesi torun David Zimmerman’a ulaştım. Doktor Amerika’da bir
plastik cerrah olarak çalışıyordu. Onunla asıl tanışma nedenimiz dedesinin
hikayesinin ayrıntılarını öğrenmek amacıyla olmuştu. Önceleri her şeyi inkar
etti ama sonra benim ona sunduğum belgeler ve yeterli düzeydeki tehditlerim
sayesinde ailesine ilişkin tüm bilgi ve belgelere ulaştım. Amacım bu aileyi
ifşa etmek değildi. Sadece merak ve öğrenme isteği. Bilmek istersin diye
yazıyorum, altınlar konusunda tek kelime etmedi. Sanırım Yahudilerin malları
canlarından çok daha önemli.
Doktorla hep gizli kapaklı
buluşmalarımız oldu. Onun doktor kimliği ile hiç ilgilenmemiştim. Ta ki bu plan
kafamda belirinceye kadar. Sonra yine tehditlerim ile, ki bir süre ailesini
rehin almak zorunda da kaldım. Bana yüz nakli yapması konusunda onu ikna ettim.
Sonrası malum, iki kişinin bildiği sır değildi. Bu sırra sahip olan bir kişiyi
ortadan kaldırmak zorundaydım. Amacım bunun son günahım olmasıydı.
Sen şimdi bu satırları okurken
Yusuf ta bu işin içinde sanıyorsun ya, inan bana Yusuf dahi bu süreci
bilmiyordu ama akıllı adamdır. Bulmacayı çözmüştür. Ben ona yeni yüzüm ve
kimliğimle ulaştığımda hiç bir şey sormadı bile anlamıştı, ya da varsaymıştı
ama hiç üstelememişti. O’na Hasan kimliğimle ulaştığımda, beni bir daha
görürsen bu zarfı ver dedim. Sadece “tamam” dedi. Niye diye sormadı bile.
Sonuç olarak her şeyi olmasa da
bir çok şeyi biliyorsun. Ya bu gerçeklerle yaşarsın ya da belki bir kere daha
denersin. “
- S O N -
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder