18 Kasım 2015 Çarşamba

Son Bölüm Yerine:

Perdenin kenarından sızan güneş ışığının yüzünü ısıtması her daim mutlu etmişti Meltem’i sabah uyanmalarında. O an odasında olduğunu, yaşadığını sandığı bütün olayların bir rüya olduğunu anladı. Kendi kendine gülmeye başladı yatakta sonra “anca rüyamda görürdüm aşkı” diye katıldı gülmesine.
Yataktan kalkmak için doğrulduğunda göz göze geldikleri o an, Meltem ‘in yüzü dün gece yatmadan hemen önceki halini almıştı yine. Merak, korku, hüzün ve gizem, endişe ve aşk dolu bir ifade ile.
Günaydın diyen Ali ‘yi Hasan zannediyordu hala. Oysa ki Hasan sandığı bu adam dün gece bütün bilmeceyi kendi için çözmüş, yalnızca boşlukları doldurmak kalmıştı onun için. Meltem’in bütün bu olanlardan haberi yoktu. Bir anda Hasan’ı karşısında görmenin mutluluğu ve hüznünü yaşıyordu benliğinde. Oysaki babasının ölümünün ve onun gibi onlarcasının ceza evine girmesinin sebebinin Ali olduğunu bilmiyordu hala. Eğer bilseydi, kim bilir.
Ali ise aradığı cevabı bulmuştu sonunda bulmasına ama ihtimaller arasındaki en kötüsü çıkmıştı karşısına. Şuan tek istediği her şeyin bir yalan olmasıydı, şuan an tek istediği Yusuf ‘un kapıdan girmesi ve sen Ali değilsin demesiydi. Olmak istediği en kötü adamdı şuan. Hiç olmasaydı keşke hiç yaşamasaydı.
Dönüş yolunda Meltem’e ne demeli ne anlatmalıydı bilemedi. Meltem, Hasan sandığı adamın yüzünden geçenleri gördüğünde belki de hiç bir şey bilmemenin kendisi için daha iyi olacağını düşünerek tek kelime etmedi.
Mola verdikleri restoranda Meltem, bakışlarını kaçıran Hasan ‘a bakıp “bütün günahlarımızla, hatalarımızla yaşamak zorundayız” dedi. Teselli mi etmek istiyordu karşısındaki adamı, yoksa her şeye rağmen seninle varım mı demek istiyordu, kendi de bilmedi. Ne diyeceğini bilemediği anlardaki saçmalamalarından biri de olabilirdi. Sadece, sadece keşke diyordu içindeki Meltem, keşke bambaşka şartlar altında bambaşka zamanlarda karşılamış olsaydık. O sadece karşısındakinin bir katil olabileceği ihtimalinden hareket etmişti, babası ile arasındaki ilişkinin farkında bile değildi. Bilseydi yine aynı şeyleri düşünebilir miydi?
 “Bazen günahlarımız çok büyük olur Meltem, bazen insanlar af bile dileyemeyeceği kadar kötü şeyler yaparlar”
Hala bir umut vardı Meltem ‘in içinde, bu duyguyla döküldü dudaklarından kelimeler “yaptığını sandığın şeyleri yaptığından emin misin?”
Adam tek kelime etmedi, dakikalarca nefes almayı unuturcasına baktı sevdiği kadının gözlerine. Tekrar yola çıktıklarında artık Meltem ‘de vazgeçmişti umut etmekten.
Ali yol boyunca bir senaryo çizmişti kafasında, aslında Ali ben değilim, aradığımız adam Yusuf muş deyiverecekti Meltem’e. Bütün bunlar Ali ‘nin başının altından çıkmış, ben onun ekibinden biriymişim ama Ali ‘nin yaptıklarına tahammül edemeyince yollarımızı ayırmışız. Sonra, ben ülkeye dönmüşüm, Türkiye’de  Ali’nin ekibinden olduğum için gözaltına alınmışım, ifadem alınırken uğradığım işkence sırasında kafama aldığım darbeyle yitirmişim hafızamı diyecekti. Benim bu işlerle hiç ilgim yok diyecekti. Yol boyunca kurmuştu kafasında, birkaç kere kendi kendini ikna etmişti bile, sonra ayrılık vakti gelip çattığında, Meltem’i evinin kapısının önünde tutuldu dili. Bir şey diyemedi, diyemezdi de bir ömür boyu kim olduğunu Meltem’den gizlese bile kendinden kaçamazdı Ali. Sadece “seçme şansım olsa seninle olan bir geçmişi ve geleceği seçerdim Meltem” diyebildi, sonra alnından öpüp, arkasına bakmadan uzaklaştı.
Bulutları izlerken “kader” diye geçirdi içinden. Biz mi seçiyoruz yaşayacağımız hayatı yoksa biz mi seçiliyoruz yaşamamız gereken hayat konusunda. 
Yusuf’un verdiği, ancak kendisinin henüz cesaret edip açamadığı zarfa baktı uzun uzun. Bundan kaçış yoktu. Önünde sonunda bilmesi gerekiyordu. Zarfı dikkatlice yırttı. İçinde bir mektup ve ilaç olduğunu varsaydığı kimyasal sıvı dolu küçük şişeyi gördü. Mektubu hiç okumamış olmayı isterdi;
“Eğer bu mektubu okuyorsam, her şey boşa gitmiş demektir. Kaçabileceğimi sanmıştım, bilmezsem yaşayabilirim sanmıştım. Görünen o ki silmeye çalıştığım geçmişimi unutmak uğruna ödediğim tüm bedellere rağmen başa döndüm. Aslında her şeyi çok iyi planladığımı sanıyordum. Ama her mükemmel bir planın çok büyük bir açığı vardır.
Anlatmaya en baştan başlamam gerekecek sanırım. Çünkü tüm sorularıma cevap bulmadan bu işin peşini bırakmayacak inada sahip biriyim. Bunu biliyorum.
Öncelikle hafızamı nasıl sildim? Amerikan istihbaratı ile yaptığımız operasyonlar esnasında yeni bir sorgu yöntemi keşfettiklerini,  deneysel bir ilaç üzerinde çalıştıklarını öğrendim. Zamanla biz de bu ilaçtan temin ederek sorgulamalarımız sırasında kullandık. İlaç, uygulanan kişinin tüm savunma mekanizmalarını yıkıyor, sorduğunuz tüm sorulara istemsizce doğru cevaplar vermesini sağlıyordu. Ancak çok önemli bir yan etkisi vardı.  İlaç aynı kişiye birkaç doz uygulandığında sorgu altındaki kişinin hafızasının tamamen silinmesine neden oluyordu ki bu da bizim için ilacı daha da değerli kılmıştı. Çünkü işimiz bittiğinde hafızası tamamen sıfırlanmış bir adamı öldürmek zorunda da kalmıyorduk. O zamanlar kendi hafızamı silmek gibi uçuk bir fikrim yoktu tabi. Bu ilaca nasıl ulaştığım kısmı.
Gelelim, sana aynada kendini yabancı hissettiren yüze. Kişisel merakımı öğrenmiş olmalısın. Nazi dönemi Almanyası ile ilgi belge toplama faaliyetlerim sırasında, Türkiye Cumhuriyeti arşivlerinde zamanın Türk İstihbaratçıları tarafından ele geçirilmiş bir mektupta Esaurd Bloch isimli Yahudi bir doktorun Nazi Almanyasında Adolf Hitler için çalıştığı bilgisine ulaştım. Daha sonra bu adam hakkında yaptığım araştırmalarda, doktorun kendi insanları üzerinde deneyler yaptığını, onlarcasının ölümüne neden olduğunu öğrenince adama karşı olan merakım iyice doruğa ulaştı.  Türkiye Cumhuriyeti arşivlerinde ulaştığım başka bir belge de savaşın sonlarına doğru doktorun ailesi ile birlikte Amerika’ya sığınarak adlarını değiştirip, kötü mazisini sildiğini ve yeni bir hayata başladıklarını öğrendim. Aslında kimse doktorun kimliği ya da yaptığı insanlık dışı deneyler ile ilgilenmiyordu. Bu adamın ilgi odağı olmasının nedeni, doktorun yerini bildiğini ve kimilerince Amerikaya sığınması sırasında bir kısmını pazarlık konusu yaptığını düşündükleri Nazi altınlarıydı. Türk İstihbaratı da bu altınlara ulaşmak için adamı ve ailesini Amerikada takip etmiş, bir süre göz altında tutmuş ancak sonraları Amerikan dışişlerinin baskısı ile takip sona erdirilmiş ve dosya kapatılmış.
Amerikada bu ailenin izini sürdüm ve Ailenin son üyesi torun David Zimmerman’a ulaştım. Doktor Amerika’da bir plastik cerrah olarak çalışıyordu. Onunla asıl tanışma nedenimiz dedesinin hikayesinin ayrıntılarını öğrenmek amacıyla olmuştu. Önceleri her şeyi inkar etti ama sonra benim ona sunduğum belgeler ve yeterli düzeydeki tehditlerim sayesinde ailesine ilişkin tüm bilgi ve belgelere ulaştım. Amacım bu aileyi ifşa etmek değildi. Sadece merak ve öğrenme isteği. Bilmek istersin diye yazıyorum, altınlar konusunda tek kelime etmedi. Sanırım Yahudilerin malları canlarından çok daha önemli.
Doktorla hep gizli kapaklı buluşmalarımız oldu. Onun doktor kimliği ile hiç ilgilenmemiştim. Ta ki bu plan kafamda belirinceye kadar. Sonra yine tehditlerim ile, ki bir süre ailesini rehin almak zorunda da kaldım. Bana yüz nakli yapması konusunda onu ikna ettim. Sonrası malum, iki kişinin bildiği sır değildi. Bu sırra sahip olan bir kişiyi ortadan kaldırmak zorundaydım. Amacım bunun son günahım olmasıydı.
Sen şimdi bu satırları okurken Yusuf ta bu işin içinde sanıyorsun ya, inan bana Yusuf dahi bu süreci bilmiyordu ama akıllı adamdır. Bulmacayı çözmüştür. Ben ona yeni yüzüm ve kimliğimle ulaştığımda hiç bir şey sormadı bile anlamıştı, ya da varsaymıştı ama hiç üstelememişti. O’na Hasan kimliğimle ulaştığımda, beni bir daha görürsen bu zarfı ver dedim. Sadece “tamam” dedi. Niye diye sormadı bile.
Sonuç olarak her şeyi olmasa da bir çok şeyi biliyorsun. Ya bu gerçeklerle yaşarsın ya da belki bir kere daha denersin. “

- S O N -

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

GİRİŞ

Polisiye kurgu kısa öykü türündeki bu yazımda yer alan kişilerin ve olayların gerçek kişi ve olaylarla hiç bir ilgisi yoktur. iyi okumal...